Kur an Çizgisinden Uzaklaştık
BBu röportaj Anadolu Gençlik Dergisi’nde ( Haziran 2003, sayı 41 ) yayımlanmıştır:
Ekrem Özdemir
Anadolu Gençlik: “Gül Muhammedim” adlı eseriniz yoğun bir ilgiye ve milyona varan baskıya ulaştı. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz? İslam ahlâkına duyulan bir ihtiyaçtan bahsedebilir miyiz?
Kandemir: Gül Muhammed’im, sade ve anlaşılır bir dille yazılması ve maksadı kısaca ifade etmesi sebebiyle ilgi görmüş olabilir. “Bu kitabı ücretsiz basıp dağıtacağız, bize izin verir misiniz?” diyene bir karşılık istemeden izin vermenin de bunda etkisi olmalıdır. Bazıları da galiba izin bile istemeden basıp dağıtıyor.
Eserin bu kadar çok okunmasının en önemli sebebini, benden ziyâde sizin gibi gayretli insanların, Peygamberimiz’in hayatını okutma isteklerinde aramak daha doğru olur.
İslâm’ı ve İslâm ahlâkını öğretmenin en güzel yolu Peygamber Efendimiz’in hayatını, ahlâkını ve hadislerini okutmaktır.
İşte bu maksatla son bir yılda çocuklarımız için “Beni Seven Peygamberim” adlı, her biri 48 sayfadan oluşan sekiz kitaplık renkli ve resimli bir dizi hazırladım. İlk altı kitapta Efendimiz’in hayatını, son iki kitapta da Peygamberimiz’in Güzel Huyları’nı ve Peygamber Sevgisi’ni anlattım. Serinin ilk iki kitabı Nur Dağı’nda Bir Işık ve Dinmeyen Gözyaşları adıyla Nesil Yayınları tarafından basıldı. Medine Yollarında adlı üçüncü kitap da yayımlanmak üzere.
Anadolu Gençlik: Özellikle günümüzde modern dünyanın şartlarını göz önünde tutarak sormak istiyorum: Dine dayalı ahlâk anlayışı niçin gereklidir? Beşerî sistemlerin sunduğu ahlâk anlayışı yetmiyor mu insanlığa?
Kandemir: Fay hattının üzerinde bina yapan müteahhit gibi beşerî sistemler de, ahlâkın temelini yanlış yerlere oturtuyor. Kimi ahlâkın temeli zevktir derken, kimi mutluluktur, kimi çıkardır, menfaattir diyor. “Eğer sen zevk içinde yaşıyorsan veya mutluysan yahut çıkarını sağlıyorsan ahlâklı birisin” demek nasıl doğru olabilir? Zevkten nasibi olmayan, çıkarını düşünmeyen veya düşünse bile bunu sağlayamayan insana ahlâksız demek akıl kârı mıdır? İhtirası, menfaati önde tutan din dışı sistemler insanı ahlâksızlığa itmektedir. Kimsenin görmediği, yakasına kanunun yapışmadığı yerlerde her fenalığı yapmaya göz yuman sistem ahlâk dışıdır. Dine dayanmayan bir terbiye ile yetişen kimseler toplum için birer dinamittir.
Dine dayalı ahlâk, insanı yaratan, onu bu dünyaya gönderen ve sadece bireyin değil, bütün insanların huzurunu önemseyen yüce Allah’ın insan için uygun gördüğü hayat tarzını ihtiva ettiği için tutarlıdır.
Irak’ın başına gelen felâket konumuzun tipik örneğidir. Dünyanın en güçlü devleti, sırf kendi çıkarları için binlerce insanı yok ederek bir ülkeyi ele geçirebiliyor. Sonra da dünyanın gözüne baka baka bu hareketi o ülkenin iyiliği için yaptığını söylüyor. Dine dayalı ahlâk ise, bir insanın hayatını her şeyin üstünde tutuyor. Çıkar için başkalarına zarar vermeyi ahlâksızlık sayıyor ve Allah katında bunun cezasının çok ağır olduğunu söylüyor. Demekki dine dayalı ahlâk, sadece güçlünün, zalimin değil, bütün insanların mutlu yaşaması için gereklidir, vazgeçilmezdir.
Anadolu Gençlik: Bugün Müslümanların en güçsüz ve en mutsuz insanlar oldukları konuşuluyor. Bunun sebebi din dışı ahlâk anlayışlarının yaygınlaşmasıdır diyebilir miyiz? Tek sebep bu olabilir mi?
Kandemir: Hayır; Müslümanların güçsüz ve mutsuz olmalarını sadece din dışı ahlâkın yaygınlaşmasına bağlamak doğru değildir. Din dışı ahlâkın yaygınlaşması bizi mutsuzluğa götüren sebeplerden sadece biridir.
Anadolu Gençlik: O zaman soruyu şöyle sormak belki daha uygun olacaktır. Müslümanların bilim ve teknoloji alanındaki geri kalmışlığının nedenleri üzerine yıllardır değişik yorumlar yapılıyor. Bu yorumlardan biri de (belki de en güçlüsü) Kur’an ve sünnet çizgisinden uzaklaşmalarıdır deniliyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Peygamber Efendimizden uzaklaştığımız için mi bilim ve teknolojide geri kaldık?
Kandemir: Evet, bu soru daha kapsamlı oldu. Kur’an ve sünnet çizgisinden uzaklaşmamız bizi benliğimizden kopardı. Trenimizin raydan çıkmasına sebep oldu. Dine, dünyaya ve âhirete doğru pencereden bakmamızı engelledi. “Peygamber Efendimizden uzaklaştığımız için mi bilim ve teknolojide geri kaldık?” sorusuna “Evet” diye cevap vermek en doğrusu ve en kestirmesi olur. Peygamber Efendimiz canlı Kur’an’dır, konuşan Kur’an’dır. Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi anlayan, sözleriyle ve yaşadığı hayat tarzıyla Allah’ın kitabını en iyi açıklayan odur.
Peygamber Efendimiz yaşadığı sürece hep hayatın içinde olmuştur. Hep aynı tempoda durmadan yağan bereketli yağmur gibi hayata yön vermiştir. Bir şey doğru ve isabetliyse, onun bir ömür boyu hiç kesintiye uğramadan yapılmasını tavsiye etmiş, kendisi de öyle davranmıştır. “Bugün yoruldum, dinleneyim” dememiştir.
Toplumda bir aç, bir açık, bir dertli varsa hep onun yanında olmuş, onunla bizzat ilgilenmiş veya onunla ilgilenecek birilerini görevlendirmiştir. Kendisi aç kalmış, ama Müslümanları hep doyurmuştur. Kısacası hayatı boyunca saat gibi çalışmıştır.
Şahsına karşı yapılan kusurları bağışlamış, ama toplumu ilgilendiren yanlışları hoş görmemiş, gereğini yapmıştır. Kur’an ne diyorsa onu uygulamıştır. Allah’ın kitabının insanların mutluluğu, huzuru için gönderildiğine, ileri gitmenin Kur’an’a bağlı kalmakla mümkün olacağına iman ettiği için Kelâm-ı Kadîm’den kıl kadar ayrılmamıştır. Bugün de kurtuluşumuz, Peygamber Efendimiz’i iyi tanımak ve ona bütün gönlümüzle bağlanmakla mümkündür.
Önemli olan teknolojide ileri gitmek değildir. Teknolojiyi insanları sömürmek için kullanan Amerika örneği gözlerimizin önündedir. Teknolojiyi elinde tutan bir devletin onu kendisi için değil, bütün insanların huzuru ve mutluluğu için kullanması gereklidir.
Anadolu Gençlik: Bir konuşmanızda “Gönül dünyamız olduğunu unuttuk.” diyorsunuz. “Bu yüzden kuruduk, küçüldük, robotlaştık, önemsiz bir varlık haline geldik.” Nasıl oldu bu? Neyi kaybettik de bu duruma düştük ve tekrar gönül dünyamızı nasıl kazanabiliriz?
Kandemir: İnsanın doyum bekleyen kalp ve gönül gibi ulvî ve mânevî, mide ve cinsellik gibi maddî yönleri vardır. Maddî isteklerin tatmini, mânevî ve ulvî hedeflere kanat çırpıp yükselebilmek için gereklidir. Onlar bizi ulvî hedeflere götüren bir tür binek durumundadır.
Peki, bu durum karşısında biz ne yaptık? Maddî isteklerin tatminini asıl hedef zannettik. Nefsimizi putlaştırdık. Yaşamanın hedefi daha iyi yemek, içmek, daha iyi giyinmek, daha güzel ve konforlu mekânlarda oturmak diye hedefimizi daralttık. Etrafımızda bizden başkalarının da yaşadığını, onların da ihtiyaçları bulunduğunu hatırlamaz olduk. Komşumuz açken bizim tok yatmamızın bizi bencilleştireceğini, insanlıktan uzaklaştıracağını unuttuk. Böylece Peygamber Efendimiz’le aramızdaki bağı kopardık. Hedefimizin insanlığın mutluluğu olduğunu düşünmez olduk ve böylece kuruduk, küçüldük, “Rabbenâ, hep bana” diyerek robotlaştık.
“Allah sizin yüzlerinize, mallarınıza değil, kalplerinize bakar” diyen Peygamber sesine kulaklarımızı tıkadık. Allah Teâlâ’nın bakacağı bir kalbe sahip olmayınca da önemsiz bir varlık haline geldik.
Kısacası biz rehberimizi yitirdik ve dünya gurbetinde sipsivri kaldık. Bu çıkmazdan kurtuluşumuzun tek çaresi Peygamber Efendimiz’i örnek alıp onun gibi yaşamaya çalışmaktır. Asıl rehberimizin izinden giderek yitirdiğimiz gönül dünyamızı yeniden elde etmeye gayret etmektir.
Anadolu Gençlik: Ahlâk eğitiminin kaçınılmazlığını özellikle vurguladığınızı biliyoruz. Peki bunu kim, nasıl yapacak? Devlet mi, vakıf ve dernekler mi, yoksa özel teşebbüsler mi? Kimi sorumlu tutmalıyız?
Kandemir: Yitiğimizin en büyük sorumlusu tek tek bizleriz. Biz kendimizi, çizgimizi, rotamızı kaybettiğimiz için bu haldeyiz. Ahlâk eğitimini önce şahsımızda ve ailemizde uygulamak, önce kendimizi adam etmek zorundayız. İşte o zaman başkalarının yakasına yapışmaya, sen de “görevini yap” demeye hakkımız, yetkimiz ve gücümüz olacaktır. Meçhûle yumruk sallamakla, karanlığa kurşun sıkmakla zamanımızı öldürüyor, gücümüzü kaybediyoruz.
Toplumdaki ahlâk yoksulluğundan önce ben sorumluyum diyebilmeliyiz. Ardından mahallemizdeki gönüldaşlarımızı, kurduğumuz vakıfları, dernekleri bu yönde harekete geçirmeliyiz. İşte o zaman devlet, karşısında adam gibi adamlar göreceği için vazifesini yapmak zorunda kalacaktır.
Anadolu Gençlik: Bir de tasavvuf konusuna değinmek istiyorum. Yunus’un “hakikat marifet andan içeru” dediği Tasavvuf ve tarikat anlayışının kişiyi tembelliğe ve miskinliğe ittiği ve bu yüzden Müslümanların Batı karşısında zayıfladığı iddia ediliyor. Gerçekten böyle midir? İslam ahlâkında bir müessese olarak tasavvufun rolünü izah eder misiniz?
Kandemir: Bir fırın bozuk ekmek çıkarıyor diye bütün fırınların kapatıldığı nerede görülmüş? Tarikatler, insan yetiştirmeye yönelik birer halk okuludur. Günümüzde bile, Millî Eğitim’in yetişemediği yerlerde Halk Eğitim Merkezleri’nde okuma yazma kursları açılmaktadır. Şu halde halkın eğitilmesine her devirde ihtiyaç vardır. Tekkeler ve tarikatler etraflarında toplananları ahlâk sahibi iyi birer Müslüman yapmaya çalışmışlardır. İyi Müslümanın tembel ve miskin olmayacağını anlatmışlardır.
Her zaman, her yerde iyi ve kötü insan olduğu gibi, tarikat erbabının içinde de İslâm ahlâkını hazmetmemiş kimseler çıkmıştır. Bu da son derece tabiidir. Bu kötü örneklere bakıp da son derecede faydalı bir kitleyi defterden silmek akıl kârı değildir.
İlim ve irfanın rehberliğinden mahrum kalıp kendilerine çeki düzen veremeyen kimseler, hayatlarının her döneminde ellerinden tutacak rehberlere ihtiyaç duyarlar. Hatalarını gösterecek, kendilerini iyiye ve güzele yönlendirecek birilerini hep yanlarında görmek isterler. Gerçek tasavvuf okulları da bunu yapar.
İnsan yetiştirmenin neresi kötüdür? Bunun neresi zararlıdır? Avrupa’yı dize getirdiğimiz devirler, tasavvufun en güçlü olduğu zamanlardır. Tasavvuf ve tarikat erbabı bir yandan sınır boylarında devletinin emrinde ve yanında olmuş, öte yandan çiftinin, çubuğunun başında veya dükkânında ekmeğini kazanmaya ve Müslümanca yaşamaya gayret etmiştir.
“Bugün ben siftah ettim, ihtiyacını komşumdan al!” diyen esnaf büyük ölçüde bir tarikate mensuptu. Korkarım ki, bugün İslâm ahlâkından yoksun olarak yetişen çocuklarımız, atalarımızın “Ben siftah ettim, komşumdan al” anlayışını bir komedi konusu yapmaya müsait bir zihniyette yetişmektedir.
Anadolu Gençlik: “Kim olursa olsun, insanlar, hayatı boyunca iyiyi ve doğruyu kendilerinden daha iyi bilen, dürüstçe yaşayan kimselerin rehberliğine muhtaçtır” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? İnsan hiçbir zaman kendine yeterli olacak bir donanıma sahip olamaz mı?
Kandemir: İnsan elbette kendine yeterli bir donanıma sahip olabilir. Ama bu “Her bilenin üzerinde ondan daha iyi bilen birinin bulunduğu” gerçeğini değiştirmez. İnsan iyi ve doğruyu kendinden daha iyi bilen birinin rehberliğine her zaman ihtiyaç duyar. Kur’ân-ı Kerîm’de anlatıldığı gibi Hz. Mûsâ, Hızır aleyhisselâm’ın bilip kendisinin bilmediği bazı gerçekleri ondan öğrenmeye çalışmış, ona bir tür talebelik yapmıştır. Bir peygamber bile kendisinden daha iyi bilenin ilmine ve rehberliğine tâlip olduğuna göre, bütün insanların iyiyi ve doğruyu kendilerinden iyi bilen kimselerin görüşüne ihtiyaç duyacağı kesindir. Bu sözümden “Herkes bir tarikata girmelidir” anlamı çıkarılmamalıdır. Dinimiz istişâreye, daha iyi bilenin görüşünden faydalanmaya büyük önem verir.
Anadolu Gençlik: Son olarak. Yaz dönemine giriyoruz. Çocuklarına dini eğitim vermek isteyen ailelere tavsiyeleriniz nelerdir? İslâm ahlâkını çocuklarına vermeleri için neler yapmaları gerekiyor?
Kandemir: “Tâtil, çocuk ve din eğitimi” deyince, akla öncelikle, yavrularımızın seviyelerine uygun din eğitimi veren çocuk kitapları gelmektedir. İLAM, Eğitimcilere ve Ailelere Çocuk Kitapları Rehberi adlı bir eser hazırladı. Çocuklarımız için faydalı olan dinî ve kültürel kitapları uzun bir çalışma sonunda tespit ettiler. Kitabın renkli kapağıyla birlikte muhtevasını da kısaca tanıttılar. Hatta ana babalara kolaylık olsun diye isteyenlere bu kitapları ücreti karşılığında göndermeyi de planladılar. Altınoluk dergisini çıkaran Erkam Yayınevi’nden de bu konuda bilgi alınabilir.
Bu kitapları çocuklarımızın kendi başlarına okumaları mümkün olduğu gibi, onları bir ablanın, bir ağabeyin rehberliğinde yaşıtlarıyla birlikte güle oynaya okumaları da faydalı olur.
Bu konuda İstanbul’da pek güzel uygulamalar gördüm. Dinî gayreti yüksek bazı hanımlar bir araya gelmişler, mahallelerinde bir daire kiralamışlar, orada hem kendi yavrularıyla hem de diğer çocuklarla ilgileniyor, onlarla birlikte, çocuklar için yazılmış dinî eserleri okuyorlar ve onlara din eğitimi veriyorlardı. Hele bir arkadaş vardı. Memur olmasına rağmen, işinden artırdığı zamanlarda, tatillerde, her defasında bir başka çocuğun evinde toplanarak onlarla kitap okuyor, açıklıyor, onlara açıklatıyor, onlarla oyun oynuyor, böylece yavrulara rehberlik ediyordu. Hatta benim Çocuklara Kırk Hadis kitabımı esas alarak onlara kırk hadis yarışması yaptırmıştı. Böylece tek bir insan bile mahallesinde güzelliklerin yaşanmasına vesile olabiliyor.
Câmilerde, Kur’an Kurslarında da çocuklar için güzel programlar yapılıyor. Bu tür faaliyetleri araştırıp soruşturmalı, çocuğumuzun orada dinini, ahlâkını öğrenmesine yardımcı olmalıdır.