Sünnete Sarılmak
YYaşar Kandemir hocamızın 1995 Mart ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 109 Sayfa: 024)
Tarih tekerrür edip duruyor. Resûlullah Efendimiz’in hadisini ve sünnetini bir yana bırakarak Kur’an müslümanlığından bahsedenler yüzlerce yıldan beri eksik olmuyor. BunlarınPeygamber’e itaati emreden, onun verdiği her şeyi almayı öğütleyen ayetleri anlamadıkları veya anlamak istemedikleri gün gibi aşikar. Bu hadissiz ve sünnetsizlerin oyununa gelmemek için bu sohbetimizde Peygamber’e itaat konusunu ele alacağız.
Yüce Rabbimiz Peygamberleri niçin gönderdiğini açıklarken:
“Biz, her gönderdiğimiz peygamberi, kendisine Allah’ın izniyle itaat edilsin diye göndermişizdir” [Nisa (4), 64] buyuruyor. Son Peygamber’ine ve onun buyruklarına itaat etmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu belirtmek için de Kur’ân-ı Kerîm’in on’dan fazla ayetinde Resûlü’nün adını kendi adıyla yanyana zikrederek:
“Allah’a ve Peygamber’e itaat edin” buyuruyor. Bununla da yetinmeyerek yine on’dan fazla ayette, bu defa Resûlü’nü yalnız anarak ona itaat edilmesini emrediyor.
Acaba “Peygamber’e itaat edin!” ayet-i kerimesini nasıl anlamak gerekir ve İslâm alimleri bu ayeti nasıl anlamışlardır? Sözü uzatmamak için bu alimlerden birkaçının kanaatini kısaca görelim:
İbn Kayyim el-Cevziyye (8. 751/1350) dört cilt halinde basılan şöhretli eseri İ’lamü’l-muvakkı’in’de (l, 49) diyor ki: Bütün alimler şu konuda ittifak etmişlerdir: Peygamber’e itaat edin demek, sağlığında kendine, vefatından sonra da sünnetine uyun, demektir.
İbni Kesir (ö. 774/1373) ünlü tefsiri Tefsiru’l-Kur’an-ıl-azîm’inde (l, 518) diyor ki: Bunun manası, Peygamberin sünnetine sarılın, demektir.
Şatibî (ö. 790/1388) Türkçemize de kazandırılan usul fıkha dair dört ciltten ibaret meşhur eseriel-Muvafakat’ta (III, 14) diyor ki: Bu ayetin manası, Kur’an’da olmayan hususlarda Peygamberin sünnetine sarılın, demektir.
Çağdaş müfessirlerden otuz ciltlik Ruhü’l-me’an müellifi Alûsî (ö. 1342/1924) bu eserinde Resûlullah’a itaat konusunu işlerken (V, 65) diyor ki: Resûlullah’a itaatin Allah’a itaatle birlikte yanyana zikredilmesindeki incelik, Allah’ın Resûlü’nün değerini ortaya koymak, Kur’an’da bulunmayan dinî emirleri yapmak gerekmez zannını kesinlikle yıkmak ve Peyamber’in Kur’an’dan ayrı ve müstakil olarak (hadislerinde) ortaya koyduğu emirlerine itaat etmektir.
Size tarihi seyir içinde sünnete dair görüşlerini arzettiğim bu dört alim, kendi sahalarında otorite olan, eserleri ve şöhretleriyle tarihi yararak günümüze kadar gelen İslâm büyükleridir. Onlar, diğer İslâm alimleri gibi, Peygamber aleyhisselam’a itaat konusundaki ayetleri böyle anlamışlardır. Kur’an’da kısaca temas edilen konularda Peygamberin açıklamalarına bakılması, Kur’an’da temas edilmeyen konularda da Peygamberin buyruklarına uyulması gerektiğini söylemişlerdir.
Şayet Allah Teâlâ “Peygamber’e itaat edin” sözüyle, Peygamber’le gönderdiğim ayetlere itaat edin, ama onun şahsî açıklamalarına ve yorumlarına bakmayın demeyi murad etseydi bunu açıkça söyleyebilirdi. Mesela “Rasûlümün getirdiği ayetlere inanın ve onun gereğini yapın”, diyebilirdi. Ama öyle demiyor; tam aksine mutlak ve genel bir ifadeyle “Resûlullah’a itaat edin” buyuruyor. Öte yandan “Resûlullah’a itaat edin” buyruğunun anlamı, Allah Teâlâ’nın onunla gönderdiği ayetlere itaat edin demek olsaydı, o takdirde bu ayetin baş tarafındaki “Allah’a itaat edin” sözü gereksiz bir tekrardan ibaret olurdu ki, bir mü’minin bunu düşünmesi bile mümkün değildir. Demek ki Allah Teâlâ’nın emrettiği bu itaat, sadece Resûlü’nün getirdiği ayetleri kapsamıyor, ayetlerle birlikte şahsına itaati de kapsıyor.
Güzel örnek
Resûlullah’ı gören müslümanlar, ona itaat konusudaki ayetlere uyarak hem getirdiği Kur’an’ı canla başla kabul ettiler hem de bir dediğini iki etmeyecek şekilde şahsına itaat ettiler. Namazın, haccın, zekatın ve benzeri ibadetlerin nasıl yapılacağı konusunda Kur’an’da yeterince açıklanmayan hususları ondan öğrendiler ve dediklerine harfiyyen uydular; böylece “Resûlullah’a itaat edin!”ayetinin gereğini yaptılar.
Şimdi gelelim Asr-ı saadet’ten bugüne kadar gelen, bugünden kıyamete kadar gelecek olan müslümanların “Resûlullah’a itaat edin!” ayeti karşısındaki durumuna. Bugün Resûlullah hayatta olmadığına göre biz ona nasıl itaat edeceğiz? Bizden sonra gelecek müslümanlar ona nasıl itaat edecekler? Bu sorunun bir tek cevabı vardır. Yukarıda görüşlerini kısaca arzettiğim dört alim ile onların dışındaki yüzlerce İslâm büyüğünün dediği gibi vefatından sonra ve hele Kur’an’da olmayan hususlarda Resûlullah’ın sünnetine uymak sûretiyle ona itaat edilecektir.Böylece, ben müslümanım diyen herkese, hangi devirde yaşarsa yaşasın “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin” ayetinin gereğini yerine getirmiş olacaktır. Ayet böyle anlaşılmadığı, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in hadis ve sünneti devre dışı bırakıldığı takdirde, Peygamber aleyhisselam’ı göremeyen bütün müslümanlar “Resûlullaha itaat edin!” ayetinin gereğini yapmamış olacaklardır. Sadece bu ayetin gereğini mi? Hayır hadis ve sünnet devre dışı bırakıldığı takdirde, daha nice ayetin gereği yerine getirilmemiş olacakdır. En çarpıcı örneklerden biri şudur:
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Yemin ederim ki, sizin için, Allah’ın huzuruna çıkmayı umanlar, ahiret gününe inananlar ve Allah’ ı çok çok ananlar için Allah’ın Resûlü güzel bir örnektir.” (Ahzab sûresi (33), 21)
Zamanın şu içinde bulunduğumuz çizgisinde yaşayan bizler, Allah’ın huzuruna çıkmayı umuyoruz. Ahiret gününe inanıyoruz. Allah’ı da çok çok anıyoruz. Biz de ayet-i kerimedeki tavsiyeye uyarak Allah’ın Resûlünü kendimize örnek almak istiyor ve hadis muhaliflerine sesimizin en yüksek tonuyla soruyoruz. Resûlullah’ın yaşayışı demek olan sünnet ile müslümanın hayatına yön veren hadisler devre dışı bırakıldığı takdirde, bugünün müslümanı Resûlullah’ı nasıl örnek alacaktır? İşte bütün mesele bu sorunun cevabında yatmaktadır.
Ashab-ı kiramın Resûlullah’ı hem sağlığında hem de vefatından sonra nasıl örnek aldıklarını ve onun buyruklarına nasıl sarıldıklarını çok iyi biliyoruz. İşte bunun iki örneği:
Birgün Resûlullah Efendimiz ashabına hitabetmek üzere mınbere çıktığında, ayakta bulunanlara oturmalarını söyledi. O sırada mescide girmekte olan İbni Mes’ûd “Oturunuz” emrin duyunca, mescidin kapısına çöküverdi. Onun bu halim ve itaatinin derecesini gören Rasûl-i Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem memnun oldu, ve ona;
“İçeri gel, Abdullah İbni Mes’üd” buyurdu. (Ebû Davûd, Salat 220) Vaktiyle bir sohbetimizdeAbdullah İbni Revaha‘nın buna benzer bir davranışını görmüştük. Onun “oturunuz'” emrini avluda iken duyduğunu ve olduğu yere çöktüğünü, bu hali Efendimiz’e anlatıldığı zaman memnun olduğunu ve ona “Allah itaatini artırsın” diye dua ettiğini okumuştuk.
Karın da Yapıyor!
İlk müslümanlardan olup Resûlullah’ın vefatından sonra Kûfe’ye yerleşen, tefsir ve fıkıh sahasındaki derin bilgisiyle Kûfe’de tefsir ve fıkıh mekteplerini kurduğu kabul edilen Abdullah İbni Mes’ûd’un “Peygamber size ne verdiyse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan sakının” (Haşr sûresi (59) 7) ayetini nasıl anladığını görelim.
Birgün Abdullah İbni Mes’üd, Arap kadınları arasında pek yaygın olan döğme yaptırma, yüzdeki kılları alma ve tedavi için değil de, güzel görünmek için dişleri törpületme adetlerine temasla bunları yapanlara ve yaptıranlara Allah’ın lanet ettiğini söylemişti.
Onun bu sözünü duyan Benî Esed kabilesinden Ümmü Ya’kûb adlı bir hanım kalkıp Abdullah’ın yanına geldi ve ona:
– Nedir bu söylediğin sözün aslı? Döğme yapan ve yaptıranlara, yüzden kıl aldıranlara, güzellik için dış törpületenlere, Allah’ın yarattığı şekli değiştirenler lanet etmişsin, öyle mi? dedi.
Abdullah da:
– Resûlullah’ın lanet ettiğine, ben niye lanet etmeyecekmişim? Üstelik bu, Allah’ın kitabında var, deyince Ummu Ya’küb itiraz etti:
– Vallahi ben bütün Kur’an’ı okudum. Ama bu söylediklerini orada görmedim, dedi. Abdullah:
– Kuran’ı gerçekten okumuşsan, onu mutlaka görmüşsündür, diyerek “Peygamber size ne verdiyse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan sakının” ayetini okudu:
Ümmü Ya’kûb bu yaygın adetlerden birinin mutlaka İbni Mes’üd’un evinde de bulunacağını düşünerek:
– Yasak olduğunu söylediğin bu şeylerden birini şu anda senin karının da yaptığından kesinlikle eminim, dedi. O zaman İbni Mes’üd
– Öyleyse git bak, dedi
Kadın kendinden emin bir tavırla kalkıp Abdullah İbni Mes’ûd’un evine gitti ve karışı Zeyneb’i kendi açısından incelemeye başladı. Fakat sözü edilen hususlardan hiçbirinin onda bulunmadığını görünce tekrar İbni Mes’ûd’un yanına geldi ve;
– Baktım, ama bir şey göremedim, dedi O zaman Abdullah İbni Mes’ûd, insanı yıldırım gibi çarpan şu sözleri söyledi:
– Bana bak! Eğer Resûlullah’ın yasakladığı şeylerden biri karımda bulunsaydı, biz onunla bir arada olamazdık, dedi (Müslim, Libas 120)
Resûlullah’a itaatin nasıl anlaşılması gerektiğini ve onun hadislerinin hayatımızdaki yerini ve önemini bu olayların pek güzel açıkladığını sanıyorum. Şu hususu da her zaman göz önünde bulundurmak gerektiğine inanıyorum: Ashab-ı kiram hem Allah’ın hem de Resûlullah’ın övdüğü kutlu insanlardır. Hem Kur’an-ı Kerîm’i hem de Resûlullah’ın sünnetini ve hadisini bize getiren onlardır. Kur’an’ın inişini gözleriyle gören, Resûlullah’ın sözlerini kulaklarıyla duyan ve dinin nasıl anlaşılıp yaşanması gerektiğini bizzat ondan öğrenen bu yıldızlara şükran borçluyuz. Bize düşen onları kendimize örnek almak, peşlerine takılıp izlerince yürümek ve Resûlullah’a itaati olanlardan öğrenmektir.