Ravza-i Saadet’te
YYaşar Kandemir hocamızın 1997 Nisan ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 134 Sayfa: 024)
Peygamber-i Zişan Efendimiz’in dua ve niyazına, talep ve istirhamına Cenab-i Mevla’nın ne büyük değer verdiğini, onu gerçekten de alemlere rahmet kıldığını gösteren ayet-i kerimelerden biri şudur:
Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar i_çin istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı” [Nisa suresi (4), 64].
Bu ayette, ayetin bas ve son tarafında Cenab-i Mevla, Peygamber aleyhisselam’a itaatin öneminden ve zaruretinden bahsetmekte, esasen onun insanlar için bulunmaz bir nimet, ele geçmez bir devlet olduğunu belirtmekte, buna misal olmak üzere , o devr-i saadette yasayıp da günah, hata, isyan batağına düşen ve böylece kendilerine yazık eden kullarına şöyle bir kurtuluş yolu göstermektedir. Günah kirine bulandıkları zaman Resul-i Ekrem’in yanına gelmelerini, orada Allah’a el açıp Bizi bağışla!” diye yalvarmalarını ve yine orada Allah’ın Habibine, ne olur bizim bağışlanmamız için Allah’a dua et, diye istirhamda bulunmalarını tavsiye etmekte, iste o zaman Cenab-ı Hakk’ın onların tövbesini kabul edeceğini müjdelemektedir.
İslamiyet’in gelişip yayılması uğrunda canlarını ortaya koyan ashab-i kiram efendilerimiz, Allah’ın dini güçlenip varlığını ispat edinceye kadar dayanılması zor sıkıntılar çekmişlerdir. Bunun yanında Allah’ın Resulü’nü her zaman görmek, onu dinlemek, onun feyzi ve bereketiyle mana ikliminde erişilmez yollar almak gibi bulunmaz imkan ve imtiyazlara sahip idiler. Bu imtiyazlardan biri de, ayet-i kerimede belirtildiği üzere , bir sıkıntıya düşünce Resulullah Efendimiz’e koşmak, onun kendileri için dua ve istiğfar etmesini niyaz edebilmekti.
Gelmiş geçmiş insanların en güzelini görememiş olsak da, onun getirdiği haberleri mübarek ağzından dinleme bahtiyarlığına eremesek de çok şükür bir başka imkana ve güzelliğe her zaman sahibiz. Onun mübarek vücudunu kucaklayan topraklara, ravza-i pakine varmak, orada gözyaşı dökerek Şefaat ya Resulallah!” diye lutf u keremine sığınmak her zaman mümkündür. İbnü’s-Sabbağ diye bilinen ve Nizamiye Medresesi’nin ilk hocalarından olan Bağdatlı Şafii fakihi Ebu Nasr Abdüsselam İbni Muhammed’in (o. 477/1084) es-Şamil adli fıkıh kitabında Utbi’den (muhtemelen hicri 228’de vefat eden Basralı edip ve şair Muhammed İbni Ubeydullah el-Utbi) naklettiği su olay İbni Kesir Tefsir’inde de bulunmaktadır (II, 329):
Utbi Peygamber-i Zişan Efendimiz’in kabr-i saadetlerinin yanında otururken bir bedevi çıkageldi ve Resulullah Efendimiz’e hitaben:
es-Selamü aleyke Ya Resulallah! Ben Allah Teala’nın Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı” buyurduğunu işittim. İşte ben de günahlarımın bağışlanması için Rabbimin huzurunda bana şefaatçi olmanı niyaz etmeye geldim” dedi. Sonra da şu beyitleri okudu:
Ey bedeni toprağa gömülen hayrü’l-enam
Burcu burcu kokutmuş bedenin dağı taşı
Senin sakin olduğun kabre canım fedadır
Ordadır şeref, seha, sensin kerimler başı
Utbi diyor ki, daha sonra bedevi donup gitti. Gözlerim ağırlaştı, uyuya kalmışım. Rüyada Nebiy-yi Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem’i gördüm. Bana Utbi! Bedeviye yetiş! Allah Teala’nın onu bağışladığını müjdele!” buyurdu.
Keşke Toprak Olsaydım
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ravza-i Mutahhara diye dilimize tesbih ettiğimiz Kabr-i Saadeti, yüzyıllar boyunca Kabe-i Muazzama’dan sonra müslümanların en fazla ziyaret ettiği mübarek bir mahal olmuştur. Çünkü İslam tarihi boyunca bütün İslam uleması Kabr-i Saadeti ziyaret etmeyi en faziletli amellerden, manevi dereceler kazanma şekillerinden, Cenab-i Hakk’ın rızasını elde etme yollarından biri kabul etmişlerdir. Bunun böyle olduğunu Peygamber aleyhisselam da belirtmiş, sadece Kabe-i Muazzama’yı, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı ve Medine’deki Mescid-i Nebevi’yi ziyaret etmek için seyahate çıkılabileceğini söylemiştir (Buhari, Savm 67; Müslim, Hac 415). İste bu sebeple mü’min gönüller yüzyıllar boyu Ravza-i Mutahhara’nın hasretiyle kavrulmuş, orayı bir defacık olsun görebilmek, eşiğine yüz sürebilmek arzusuyla yanıp tutuşmuştur. Daha önceki yıllarda okuduğunuz muhtelif sohbetlerde, bilhassa “Vuslat Arzusu” (Canim Arzular Seni, s. 53-58) adlı yazıda, Peygamber aşıklarının Ravza-i Pak-i Resule duydukları hasreti dile getirmeye çalışmıştık, Bu sohbetimizde de aynı hasretle tutuşan bazı aşıkların iniltisine kulak verelim. Sairi bilinmeyen su beyitte aşık, kendi gönlünde Ravza-i Resul’un engin ve müstesna bir yeri bulunduğunu, onun kainatta esi menendil bulunamaz bir hazine olduğunu şöyle ifade etmektedir: Gökyüzü İki Cihan Sultanı’nın Ravza’sını yeryüzünde görünce büyük bir kıskançlığa kapıldı ve Ah! Keşke ben de toprak olsaydım” dedi:
Ravza-i Sultan-i kevneyni zemin üzre görüp
Dedi reşkinden felek ya leyteni küntü türab
Neccarzade Şeyh Rıza Efendi (o. 1159/1746) na’tinin bir beytinde, cennet bahçelerinden bir bahçe olan Ravza-i Nebi’yi ziyaret eden aşıkların bütün muradlarına ermiş olacaklarını, artık cennete, oradaki hurilere ve köşklere ihtiyaç duymayacaklarını belirterek diyor ki:
Ziyaret eyler iken Ravza-i rızvanını uşşak
Ne hacet cennet ü hûr ü kusûra ya Resûlallah
Yozgatlı Muhammed Said Fenni Rasulullah’ın Ravza-i pakini görmeden ölecek olursa, vücudundan arta kalan kemiklerin kıyamete kadar eyvah” diye dövüneceğini söylüyor. Bütün arzusunun Ravza’nın eşiğine varıp Hicaz topraklarına yüz sürmek ve böylece su dünyadan murad almak olduğunu söylüyor ve günahkar Fennî’yi lütufkar kapısından ayırmamasını talep ederek Ey Ebu’l-Kâsım, ey Allah’ın Resulü sana sığındım” diyor:
Eğer görmezden evvel can verirsem Ravza-i pâki
Mezarımda der ecza-yi izamım haşredek eyvah
Felekte ölmeden bir kam alaydım asitânından
Süreydim rûyumu hak-i Hicaz’a ah Efendim ah
Kulun Fenni-i pür-cürmü ayırma bab-ı lutfundan
Dahılek ya Ebe’l-Kasım, dahılek ya Resulallah
Bugün maddi imkanı olan müslümanlar en seri vasıtalarla birkaç saat içinde Kainatın Efendisi’nin huzuruna varabiliyorlar. Ona duydukları derin özlemi ve şefaat niyazını yüce huzuruna sunabiliyorlar. Bir zamanlar tren ve gemi ile günlerce suren yolculuktan sonra Hicaz topraklarına varanlar, at, eşek ve deve sırtında veya yaya olarak kum çöllerinde aylarca yolculuk yapanlara nispetle daha şanslı idiler. Hac yolculuğu ne kadar zor şartlar altında yapılırsa yapılsın, Peygamber hasretiyle kavrulanlar o gönül çeken mübarek diyarda Rasulullah’ın Ravza’sının amber kokulu toprağına yüz sürebilmek için her sıkıntıya seve seve katlanmaya razı olduklarını belirtmişler ve İffet Efendi gibi, Ey Allah’ın Resulü! Yeter ki sen Cenab-i Mevla’nın senin ziyaretini bize nasip etmesini sağla” diye niyazda bulunmuşlardır:
Riyaz-ı Ravza’nı görmek o anber hake yüz sürmek
Müyesser kil Müyesser kil Müyesser ya Resulallah
Huzur-i Saadette
Medine’ye gitme ve Mescid-i Nebevi’de Resul-i Zişan’ı ziyaret etme bahtiyarlığına eren kardeşlerimiz, bu saadetin her kula nasip olmadığını düşünmeli ve ziyaret edeplerine son derece dikkat etmelidir. Allah’ın Resulü’nü hayatta iken görme imkanına sahip olsaydı, onun huzuruna çıkarken giyimine kuşamına, beden temizliğine ve ziyaret edeplerine nasıl riayet edecekse yine öyle yapmalıdır. Salat u selamı dilinden düşürmemeli, gelmiş geçmiş bütün insanların en hayırlısının huzuruna gitmekte olduğunu hatırından çıkarmamalı, onun büyüklüğüne, şan ve şerefine uygun bir tavır takınmak gerektiğini hiç unutmamalı, gönlünü bu önemli buluşmaya hazırlamalıdır. Mescid-i Nebevi’ye girerken ve çıkarken okunması uygun olan duaları okumaya çalışmalı, Peygamber mescidine her girişte mutlaka iki rekat tahiyyetü’l-mescid namazı kılmaya gayret etmelidir. Resulullah Efendimiz’in yatmakta olduğu hücre-i saadete varınca yönünü oraya çevirmeli, soldaki yuvarlak pencerenin önünde ve bir iki adim uzakta durmalı, şebeke-i Muhammedi denilen parmaklıklara el sürmemelidir. Zira Resulullah’a saygı bunu gerektirir. Kainatın Efendisi’nin huzurunda bulunduğunu kendisine devamlı surette telkin ederek dünyevi düşünceleri zihninden atmaya çalışmalıdır. Onun sayesinde müslümanlıkla şereflendiğini, bu devlete onun sayesinde erdiğini hatırlamalıdır.
Medine’de kaldıkları surece Mescid-i Nebevi’de daha çok bulunmaya, orada ibadet edip Kur’an okumaya, salavat-i şerifeyi dilden düşürmemeye gayret etmelidir. Zaruri olan bir iki kelimelik konuşma dışında Mescid-i Nebevi’de kesinlikle sohbet etmemeli, diğer müslüman kardeşlerinin manevi havasını bozacak, onları rahatsız ve tedirgin edecek davranışlardan uzak durmaya azami surette dikkat etmeli ve Efendim biraz ileride uyuyor” diye düşünmelidir.
Resulullah muhabbetiyle dolu gönüllerinizin onun Ravza-i saadetinde murada ermesini niyaz ederim, sevgili kardeşlerim.