Rahat Bırakın Bizi!
YYaşar Kandemir hocamızın 1995 Mayıs ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 111 Sayfa: 024)
“Ey bizim Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kaydırma kalplerimizi! Rahmet ihsan et bize katından; çok çok bağışta bulunan şüphesiz ki sensin sadece!”
[Al-i İmran süresi (3), 8]
Mikroplar sağlığımızı tehdit etmeye başlayınca, hekimler bize çeşitli korunma yöntemleri tavsiye ederler. Biz de yaşımıza ve sağlık durumumuza elverişli olan tedbirleri alarak korunmaya çalışırız.
Bir de manevî hastalıklar ve onlardan korunma yöntemleri vardır. Ne yazık ki manevî hastalıklardan korunmak, birincisinden daha zordur. Zira hiç ummadığınız güleç yüzlü bir komşunuz, hatta bir akrabanız, daha da korkuncu babanız, anneniz veya kardeşiniz, öğrenciyse-niz öğretmeniniz bu hastalığa yakalanmış olabilir? Hastanın yakınlık derecesi arttıkça, sizi kuşatan tehlike çemberi de o nisbette daralmış olur. Hele bu hasta din sahasında uzman olduğunu zannettiğiniz biriyse, Allah yardımcınız olsun. İşte o zaman ya “ört ki ölem!” diyeceksiniz veya doğruları kendi çaba ve gayretinizle bizzat bulacaksınız. Yapabiliyorsanız, en güzeli de budur.
Mesela biri karşınıza çıkıp diyebilir ki, “bizi doğru yola götürecek olan Kur’an-ı Kerîm’dir. Allah’ın kitabını okumalı ve gerçekleri ondan öğrenmeliyiz.” Böyle biriyle karşılaştığınız zaman, içinizde ona karşı bir sempati duyarsınız. Ne iyi adam, dersiniz. Bu minval üzere konuşmalarını zevkle takip edersiniz. Eğer o zat iyi yetişmiş ve manevî mikrop kapmamış bir din alimiyse, size Kur’an-ı Kerîm’in yanına Peygamber Efendimiz’in sünnetinden ve hadisinden bahsedecek, Allah’ın Resülü’nün İslamiyet’i herkesten iyi bildiğini söyleyecek, Kur’an-ı Kerîm’i en iyi ve en doğru şekilde anlayabilmek için Peygamber Aleyhisselam’ın açıklamalarına muhtaç olduğumuzu belirtecek ve Kur’an-ı Kerîm’i ilk defa onun tefsir edip açıkladığını ifade edecektir, işte o zaman bu alimin manevî mikrop taşımadığından emin olabilir, kendisine güvenip sözlerine inanabilirsiniz.
Şayet din alimi zannettiğiniz biri, yegane kaynağın Kur’an olduğunu söyledikten sonra, önünde bir hendek varmış gibi orada duruyor, Allah’ın Resülü’nün sünnet ve hadisinin vazgeçilmezliğinden bahsetmiyor, sünnet ve hadise bakmadan Kur’an’nın doğru dürüst anlaşılamayacağını belirtmiyorsa, sünneti ve hadisi Kur’an’ın tefsiri değil de adeta rakibi gibi görüyor ve öyle gösteriyorsa gözlerinizi dört açmalı, beyninizi olanca süratiyle çalıştırarak teyakkuz vaziyetine geçmelisiniz. Bu işte bir bit yeniği olduğunu anlamalı ve ona şunları sormalısınız;
1. Nahl süresinin 44. ve 64. ayetlerinde Hz. Peygamber’e hitaben, ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklaman için sana Kur’an’ı indirdik buyuruluyor. Demek ki Peygamber efendimizin görevi Kur’an-ı Kerîm’i açıklamaktır. Bunun anlamı, onun açıklamaları olmadan Kur’an-ın yeterince anlaşılamayacağıdır. Haydi diyelim ki, pek çok ayette emredilen “Allah’a ve Resul’e itaat edin!” emrini; “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da uzak dürün” (Haşr süresi (49, 7) ayetini ve bir konuda anlaşmazlığa düşünce onu Allah’a yani Kur’an’a, yahut Peygamber’e yani onun sünnetine ve hadisine götürmemizi ve onların vereceği talimata göre hareket etmemizi öngören Kur’an buyruğunu [Nisa süresi (4), 59] bizim anladığımız gibi “Peygamber’in sözüne itaat edin” şeklinde anlamıyorsunuz; pekala, Resülullah’aKur’an’ı açıklama (beyan) görevi Allah Teala tarafından verilmişken, bunu nasıl gözardı ediyorsunuz? Sizin de bildiğiniz gibi ashab-ı kiram zor durumda kalınca, ellerinde Kur’an olduğu halde yine de gidip Resülullah’a danışıyor ve böylece sıkıntılarını hallediyorlardı. Kur’an’ı ashab-ı kiram kadar anlamayan bizler hadislere daha çok muhtaç olduğumuz halde, bu peygamber mirasını, yani bizim manevî servetimizi nasıl devre dışı bırakabiliyorsunuz? Aklınız ve vicdanınız bunu nasıl kabul edebiliyor?
2. Allah Teala, Peygamber Efendimiz’e, kullarına hitaben “eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” [Al-i İmran (3), 31] demesini emrediyor. Yani bizim ona uymamızı istiyor, Sonra Yüce Rabbimiz mü’min kullarına hitaben, Resülullah’ın en güzel örnek olduğunu [Ahzab süresi (33), 21] belirtiyor ve inanç, ibadet, hayat görüşü ve yaşama biçimi konularında onu örnek almalarını emrediyor. Allah’ın emirlerine muhatap olma ve sorumluluk bakımından bizim ashab-ı kiramdan hiçbir farkımız yoktur. Günümüze kadar binbir fedakarlıkla getirilmiş olan hadisi ve sünneti elimizden aldığınız takdirde, biz Peygamber’in nesini, nasıl örnek alacağız ve bu ayetin hükmünü nasıl yerine getireceğiz? Yoksa Kur’an-ı Kerîm’in bu ayetleri bizi muhatap almıyor mu? Onu sadece ashab-ı kiram mı örnek alacaktı? Sizin bu tutumunuzun akılla, mantıkla ve insafla bağdaşır bir yanı var mı?
3. Sizin için bir mana ifade etmeyebilir ama, biz Resülullah Efendimiz’in, “İstemeyenler dışında bütün ümmetim cennete girecektir” buyurduğu zaman, ashab-ı kiramın merakla, cennete girmeyi kim istemez ki, ya Resülallah? diye sorduklarını, onun da “bana itaat eden cennete girer, karşı gelen de cenneti istemiyor demektir” (Buharî, İ’tisam 2) buyurduğunu biliyor ve cennete ancak onun sünnetine uymak suretiyle girileceğini bütün gönlümüzle kabul ediyoruz.
4. Zaten sizin gibilerin ileride ortaya çıkacağını Peygamber Efendimiz bize haber vermişti. Lüks koltuklarına yaslanmış, keyifleri gıcırında birtakım haddini bilmezlerin hadisleri kabul etmeyeceklerini, “Peygamber Kur’an’a aykırı bir şey söylemez. Hadis dediğiniz bu şeyler Kur’an’da yok. Biz Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız”, diyeceklerini belirtmişti (Ebü Davüd, Sünnet 6;Tirmizî, İlim 10; İbni Mace, Mukaddime 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 8). Biz sizi iyi tanıyoruz. O meşhur koltuğunuza keyfinizce kurulun! Ama bizden uzak durun ve bizi rahat bırakın! Zira biz Allah Teala’nın Peygamber Efendimiz’e “Allah sana Ki-tab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir” [Nisa süresi (4), 113] buyurduğunu, dolayısıyla ona Kur’an’la birlikte adına hikmet dediği bir bilgi türü verdiğini biliyoruz. Bu hikmet’in İmam Şafiî’nin dediği gibi, hadîs-i şerifler olduğunu kabul ediyoruz ve Kur’an-ı Kerimin ancak hadisler saye-, sinde doğru dürüst anlaşılacağına inanıyoruz.
5.Sizin tuzağınıza düştüğümüz takdirde, namazın beş vakit değil üç vakit olduğunu iddia edeceğinizi, size biraz daha inandığımızı görünce, günde bir defa namaz kılmanın kafi geleceğini ileri süreceğinizi, hatta daha da ileri giderek namazın dua demek olduğunu, insanın her yerde dua edebileceğini, yatıp kalkmanın, eğilip doğrulmanın, “alnım yere koyup arkasını haaya kaldırmanın” bir anlamı bulunmadığını, hatta bunun estetik açıdan da çirkin bir görüntü verdiğini, esasen her şey yapmaya üretmeye ve böylece ülkeyi kalkındırmaya ve memlekette bir tane bile yoksul bırakmamaya yönelik olması gerektiğini söyleyeceğinizi seziyoruz.
6. Siz bize “Kur’an’a inanın ve aklınıza güvenin” diyorsunuz. Halbuki Allah’ın Resulü size iki şey bıraktım; onlara sımsıkı yapıştığınız sürece yolunuzu sapıtmazsınız: “Biri Allah’ın Kitab’ı, diğeri Resülü’nün sünneti” (Muvatta’, Kader 3) buyuruyor. Biz aklımızı rastgele değil, Kur’an’ın ve Sünnet-i Resülullah’ın rehberliğinde kullanırız. Hadislerin bir kısmının Allah tarafından Efendimiz’e ilham edildiğini, bir kısmının da, onun vahiyle aydınlanan aklının mahsulü olduğunu kabul eder veonun aklını kendi aklımıza tercih ederiz. Aklına çok güvenen şeytanın nasıl sapıttığını Kur’an-ı Kerîm’de okuyup dururken sizin tavsiyenize inanmak aptallık olmaz mı? Artık bizim yakamızdan düşün ve bizi dinimizle, imanımızla, hadisimizle, Kur’anımızla baş başa bırakın.
Kaydırma Kalplerimizi
İslamî değerlere sahip olmak kadar, onları korumak da önemlidir, Sevgili kardeşlerim iki paralık aklını kendine rehber ederek, on dört asırdan beri bin bir ihtimam ile korunan hadislerimizi, binlerce İslam aliminin Kur’an ve hadislerin ışığında kaleme aldığı on binlerce kitabımızı çöpe atmaya kalkan bazı şahısların hezeyanını duyunca, Rabbimizin bize öğrettiği şu dua daha bir önem kazanıyor. Kur’an’ı tam anlamayan, zavallı aklına uyduğu için de şeytanın tuzağına düşen bazı zavallılara aklı selîm ve hidayet dileyerek duamızı okuyalım:
“Rabbena la tüziğ kulübena ba’de iz hedeytena ve heb lena min ledünke rahmeh, inneke ente’l-vehhab:
“Ey bizim Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kaydırma kalplerimizi! Rahmet ihsan et bize katından; çok çok bağışta bulunan şüphesiz ki sensin sadece! [Al-i İmran Suresi (3),8]