Mutluluk Herkesin Hakkı
YYaşar Kandemir hocamızın 2004 Ağustos ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 222 Sayfa: 028)
Hayatı güzelleştirmek, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetleri yerinde ve yeterince kullanmakla mümkündür. Sahip olduğu bedenî ve rûhî zenginliği fark etmeyen ve onları yerince kullanmayan kimse hep fakir kalmaya, mutsuz olmaya mahkûmdur.
Bu sohbetimizde evlilik nimetinden, evliliğin sağlayacağı eşsiz bahtiyarlıktan söz edeceğiz. Allah’ın bize, eşimizi mutlu etmek ve mutlu olmak için verdiği bedenî ve rûhî nimetleri yerli yerinde kullanmak gerektiğini ele alacağız.
Evlilik muazzam bir hâdisedir.
Hukukçular “Evlilik de bir tür alım, satımdır; icap kabuldür; aldım, vardım demekten ibarettir” diyebilir. Bu, meselenin sadece bir cephesidir.
Evliliği evlilik yapan onun rûhî ve mânevî tarafıdır. “El kızını” veya “el oğlunu”, hayatın en önemli harcı olan sevgi iksiriyle birbirine lehimleyen onun mânevî yönüdür.
Huzur Bulmak İçin
Kâinâtın Rabbi yüce kudretini görmemizi ısrarla ister. Bizi gökyüzüne, yeryüzüne, aya ve güneşe, geceye ve gündüze ibretle bakmaya davet ederken dikkatimizi bir şeye daha çeker: “Bizi cezbeden eşler yarattığını, gönlümüze sevgi ve şefkati yerleştirdiğini” de ibretle düşünmemizi ister (Rûm 30/21). Bunun da, hayranlık duyulması gereken olağanüstü bir hâdise olduğunu bize hatırlatır.
Gerçekten de öyle değil mi?
Evlenecek eşler, binlerce kadın veya erkek görüyor da, onlardan sadece birini seçiyor. Çünkü sevgiyi var eden o Yüce Kudret iki insanı birbirine güzel gösteriyor, sevdiriyor, aralarında bir yakınlık meydana getiriyor.
Niçin onları birbirine câzip gösteriyor? Kullarım birbirinde huzuru ve mutluluğu bulsun, bir arada bahtiyar olsun diye. Birbirini sevme ve beğenme olayının ardından da yuva kuruluyor.
Buraya kadar güzel. Birçok ailede bundan sonrası da güzel.
Ama ne yazık ki, bu güzellik bazı evlilerde bir süre sonra kayboluyor. “Allah’ın emriyle” evlenen insanlar birbirinden şikâyete başlıyor.
Bu hayal kırıklığı neden oluyor?
Benim gördüğüm kadarıyla çiftler, en tabiî hakları olan ilgiyi, sevgiyi ve anlayışı birbirine göstermediği veya gösteremediği için yuva sarsılmaya başlıyor.
Daha açık söyleyelim: Eşlerden biri veya her ikisi, Cenâb-ı Mevlâ’nın kendisine esirgemeden verdiği sevgiyi eşinden esirgiyor; sevgi ve muhabbet cimrisi oluyor.
Eşlerden biri daha bencil olup bulduğu ile yetinmediği, sahip olduğundan daha fazlasını istediği zaman da evlilik çıkmaza giriyor ve huzursuzluk artıyor.
Birbirini Anlamak
ve Mutlu Etmek
Mutsuzluğun ve geçimsizliğin önemli sebeplerinden biri, eşlerin, cinsî konularda İslâm’ın ölçülerini yeterince bilmemeleri, ve karşılıklı münasebetlerini sağlıklı düzenleyememleridir. Bunun sonucunda bu konulara gerekli önem verilmiyor, verilse bile kimi zaman tek taraflı düşünülüyor ve bu ilâhî nimetin paylaşıldıkça çoğalacağı hesaba katılmıyor. Oysa Allah Teâlâ erkeği ve kadını birbiriyle evlenecek yapıda yaratmış, sonra onlara evlenmelerini emretmiş (Nisâ 4/3, 25), “erkeği kadına, kadını da erkeğe elbise yaptığını” belirtmiştir (Bakara 2/187). Diğer bir söyleyişle eşlerin, birbirinin fıtrî ihtiyacını gidermek suretiyle kendilerini yabancı erkek veya kadınlardan gelebilecek tehlikelere karşı korumalarını istemiştir. Bunu görmezden gelmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Aile içi problerin bir de kadının kocasına, kocanın karısına karşı tutuk ve çekingen olmasından kaynaklandığını görmekteyiz. Halbuki Allah Teâlâ bu konularda bize ders verirken meşrû olmak kaydını düşerek eşlerin, her şekilde birlikte olabileceğini hatırlatıyor. Ve hemen ardından “Nefsinizin huzura ermesi için, beraber olmadan önce hazırlık yapınız” buyuruyor (Bakara 2/223). Hazırlık yapılmadan beraber olmanın her iki çifti de huzursuz, rahatsız ve mutsuz edeceğini hatırlatıyor.
İnsanı yaratan, onun bünyesinin bütün özelliklerini ve rahatlama yollarını herkesten iyi bilen Rabbimizin kullarına verdiği ve kullanmalarını emrettiği güzellikleri eşinden esirgeyen kimsenin dindar biri olduğu söylenemez.
Erkeklik ve kadınlık yetenekleri bir Allah vergisidir. Allah’ın verdiğini eşinden esirgeyen kimse eşine “elbise” olmamış, Allah’ın emrini yerine getirmemiş ve eşini huzura kavuşturacak yerde, onu mânevî ve ruhî sıkıntıların içine itmiş olur. Bu ise büyük bir vebâldir.
Peygamber Efendimiz de bu konularda hem kadına hem erkeğe tavsiyelerde bulunmuştur.
Meselâ erkeğe “Eşinle beraber olacağın zaman zarif ve ince ol!” buyurmuş (Elbânî,Silsiletü’l-ehâdîsi’s-sahîha, III,187), “Hayırlınız, aile fertlerine hayırlı olandır” diyerek eşlerine her bakımdan hayırlı olmalarını emretmiştir (Tirmizî, Menâkıb 63; İbni Mâce, Nikâh 50).
Unutmamalıdır ki, eşiyle beraberliğinde zarif ve ince davranmak, onun istek ve duygularını ön plâna almak ve böylece mutluluğunu paylaşmak ona hayırlı olmak demektir.
Öte yanda eşinin beraber olma arzusunu geri çevirmemesi için kadına hitap eden pek çok hadîs-i şerif vardır.
Ümmü Zer Hadisinin
Hatırlattıkları
Muhabbet Pınarı Efendimiz eşleriyle sohbet ederken onları eğlendirici şeyler de anlatırdı. Bir akşam Hz. Âişe’ye Ümmü Zer hadisi diye bilinen ve Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim gibi en güvenilir hadis kitaplarımıza da giren bir olayı anlattı. Buna göre İslâmiyet’ten önceki zamanlarda on bir kadın bir araya gelmiş, kocalarının en mahrem yanlarına varıncaya kadar her şeyi birbirlerine anlatmak üzere sözleşmişlerdi. Altıncı kadın kocasını kötüleyerek şöyle demişti:
“Kocam oburdur, ortada ne varsa siler süpürür. Su içerken de kabı kacağı kurutur. Yatarken yorganına bürünür, bir tarafa çekilir. Hüznümü anlayıp gidermek için elini elbisemden içeri bile sokmaz.”
Yedinci kadın da “Benim kocam iktidarsız aptalın biri. Kendisinde her dert ve huysuzluk vardır. İnsanın ya başını yarar, ya da bir tarafını kırar” demişti.
Kocasından en çok memnun olan Ümmü Zer’di. Bu hadisin sonunda Peygamber Efendimiz Hz. Âişe annemize “Âişe!”demişti. “Ümmü Zer’e göre kocası Ebû Zer ne ise, ben de sana göre öyleyim” (Hadisin tamamı için bk. M. Yaşar Kandemir, Mutlu Bir Yuva İçin, İstanbul 2002, Nesil Yayınları, s. 134-137).
Kadın olsun erkek olsun, eşiyle gereği gibi ilgilenmeyen, onun duygularını önemsemeyen bencil ve cimri kimseler Peygamber diliyle kınanmıştır.
Sözünü ettiğimiz konuda, eşlerin her biri hayat arkadaşının hislerini dikkate almalı, onun mutluluğunu önemsemeli, eşini üzmemeye, hiçbir şekilde incitmemeye gayret etmelidir.
Mutluluğun önemli harçlarından biri de zarâfettir. Başkaları yanında beyefendi veya hanımefendi olup da, eşinin yanında kalp kıran, gönül inciten, benim istediğim olacak diye dayatan biri olmak, doğrusunu söylemek gerekirse sadece bir ruh hastalığı değil, aynı zamanda günahtır.
Kaprislerimizle hem kendimizin hem eşimizin hayatını zehir etmeye asla hakkımız yoktur. Böyle bir kimseyi Allah’ın ve Resûlullah’ın benimsemesi, yaptığını onaylaması mümkün değildir.
Evliliğin en büyük düşmanı da gururdur. Gurur, şeytanın yanlışı doğru diye göstermesi ve yuvamızı yıkmak için bizi aldatması olayıdır (Nisâ 4/120). Mutlu olmak ve eşini mutlu etmek isteyen kimse, bu şeytan işi kötü huydan bir an önce kurtulmalıdır.
O ulvî duygularla, dualarla, hayır dilekleriyle kurulan aile yuvasını; boş bir gurur, basit bir bencillik, bir Müslümana hiç yakışmayan sevgi cimriliği, özveri yoksunluğu asla yıkmamalıdır.
Hayatın her ânı yeniden başlamaya, kendimize ve yuvamıza çekidüzen vermeye elverişlidir. Haydi bismillâh…