Keklik Yumurtası
YYaşar Kandemir hocamızın 1992 Haziran ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 076 Sayfa: 024)
Güzeller Güzeli Efendimizin hayalî resmini çizmeye çalışan Şemâil ve Hilye kitapları, saadet devrine eremeyen mahzun gönüllere soğuk su serperler. Bu değerli eserleri yazanlar, bize adeta bir fincan su gösterip derler ki:
-Sizin gibi sonradan gelenleri, okyanusa kadar götürme imkanı yok. Hiç değilse şu bir fincan suya bakarak okyanusun mahiyetini anlamaya çalışın.
İşte bize Cihan Güneşi Efendimizin mübarek vücudunu tasvir etmeye çalışanların yaptığı bundan ibarettir.
Onu anlatmak zor iş
Aslına bakılırsa, o Nebiler Şâh’ının vasıflarını ilk dile getiren ashâb-ı kiramın da, onların verdiği bilgileri değerlendirmeye çalışan Şemail ve Hilye yazarlarının da işi oldukça zordur. Cenâb-ı Hakk’ın insanoğluna lütfettiği bütün güzellikleri şahsında toplayan o eşsiz vücudu noksansız tarif etmek olacak iş değildir. Zira Hakânî’nin dediği gibi:
Gelmemiştir bilir eşya anı
Yaradılmışta O’nun akranı
Peygamber aşıklarından Şeyh Osman Şems O’nun mübarek vücudunun Allah Teâlâ’nın yeryüzüne indirdiği semavî bir kitap olduğunu söylemekle, bu mükemmel vücudu anlatmanın zorluğunu belirtmek istemiştir. “Yaptığı her işi sünnete uygun olarak yaptığını” İbnülemin Mahmud Kemal Bey’den öğrendiğimiz Şeyh Osman Şems diyor ki:
Vücudun bir kitâb-ı asumanı ya Resûlallah
Ki tenzil etti Mevla arza anı ya Resûlallah
Resûlullah Efendimizi anlatmak elbette kolay iş değil. Bursa’da doğup İstanbul’da vefat eden (1900) ve Senîh-i Mevlevî diye tanınan mutasavvıf şair Senih Süleyman Efendi’nin dediği gibi O, hakkında “seni alemlere rahmet olarak gönderdik” âyeti inen ve Hak Teâlâ’nın insanlara en büyük ihsanı olan bir peygamberdir:
Kelamı “rahmeten lil-alemin” vasfında münzeldir
Huda’nın en büyük ihsanı sensin ya Resûlallah
Yozgatlı şair Muhammed Said Fennî‘nin dediği gibi, hakkında bin kitap yazılsa bile, O Yüce Pâdişah’ın bütün vasıfları ortaya konulamaz. Buna kimsenin gücü yetmez. Ona ancak arz-ı hal edilebilir:
Ey padişah-ı alü’l-al Maksudum ancak arz-ı hal
Evsafını yazmak muhal Tasnif olunsa bin kitab
O’nu anlatmaya neden kimsenin gücü yetmez? Neden O bütün özellikleriyle anlatılamaz? Çünkü yegane anlatma vasıtası olan ağız ve dil, onun güzelim dudaklarına aşıktır. O parıldayan Güneş’e hem şu yeryüzü, hem de şu akıp giden zaman aşıktır. Neccarzade Şeyh Rıza böyle diyor:
Lebin vasfında sultanım dehan aşık, zeban aşık
Sana ey mihr-i tabanım zemin aşık, zaman aşık.
Aziz okuyucularım! Birkaç sayı boyunca, Şemail-i Nebevi’nin sadece bir cephesini, Resûl-i Muhterem Efendimizin vücut özelliğini ve güzelliğini anlatmaya çalışacağız. Kainatın Güneşi’ni anlatmanın zorluğunu, bunu denemeye kalkan aşıkların itirafından öğrenmiş bulunuyoruz. Bu sebeple görülecek kusurlarımın samimiyetime bağışlanmasını niyaz ediyor ve Efendimizin aşıklarından Muhammed Fennî’Y diliyle O’na saygımızı sunarak konumuza geçiyoruz. FennîResûlullah Efendimizin her türlü saygı, tazim ve medhü senaya layık olduğunu, Kendisine Muhammed adını vermekle onun şanını ve şerefini Cenab-ı Hakk’ın herkesten üstün tuttuğunu şöyle ifade ediyor:
Her türlü tahiyyat ü teali sana mahsus
Her medh ü sitayiş sana layıktır Efendim.
Etmiş seni Hak nam-ı Muhammed ile tevsîm
Kadr ü şerefin cümleye faiktir Efendim.
Peygamberlik mührü
Nebiyy-i muhterem Efendimizin sırtında et beninden oluşan ve ashab-ı kiram tarafından hâtemyani mühür diye anılan Peygamberlik mührü vardır. Cabir İbni Semüre bu mührü gördüğünü ve onun güvercin yumurtası kadar olduğunu anlatır.
Medineli Saib İbni Yezid Peygamber aleyhisselam vefat ettiğinde daha yedi yaşında bir çocuktu. Bir gün Saib hastalandı. Teyzesi onu alıp Resûli Ekrem’in yanına götürdü ve yeğeninin rahatsız olduğunu söyledi.
Kainatın Güneşi Efendimiz Saib’in başını okşadı. Ona hayır ve bereket diledi. Resûlullah abdest alınca Saib onun abdest suyundan içti. Sonra arka tarafına geçti ve orada ayakta durdu. Bu sırada Fahr-i Cihan’ın iki omuzu arasında yeni evliler için kurulan “Çadır düğmesi” gibi olduğunu söylediği peygamberlik- mührünü gördü.
Eme binti Halid babasıyla birlikte peygamber Efendimizin yanına geldiğinde küçücük bir kızdı. Üzerinde sarı bir elbise vardı. Resûl-i Ekrem (s.a) elbisesinin pek güzel olduğunu söyleyerek Eme’ye iltifat etti. Yavrucağız bu Peygamber sıcaklığından cesaret alarak Efendimizin arkasına geçti ve peygamberlik mührüyle oynamaya başladı. Babası onun bu yaramazlığına kızarak Eme’yi azarlayınca, Sevgi Şelalesi Efendimiz, “bırak çocuğu!” diyerek Eme’nin nübüvvet mührüyle oynamasına izin verdi.
Abdullah İbni Sercis Efendimizi gören bahtiyarlardan biridir. Bir gün Efendimiz ashabıyla sohbet ederken Abdullah İbni Sercis Efendimizin yanına yaklaşıp arka tarafına geçti ve sırtındaki nübüvvet mührünü gördü. Onun tasvirine göre nübüvvet mührü hafif kabarıkça olup yumrukşeklindeydi. Etrafında da inciler gibi benler vardı.
Medineli hanım sahabilerden Rümeyse de peygamberlik mührünü çok yakından gördüğünü, hatta istese onu öpebilme şansına bile sahip olduğunu söylerdi.
Peygamberlik mührünün üzeri ipek gibi tüylerle kaplıydı.
Onu yakından görme konusunda en talihli sahabilerden biri Ebu Zeyd el-Ensari idi. Efendimiz onun nübüvvet mührünü görme arzusunu sezince kendisine:
– “Yaklaş Ebu Zeyd! Dokun sırtıma” buyurdu. Ebu Zeyd künyesiyle meşhur olmakla beraber asıl adı Amr ibn Ahtab olan bu bahtiyar sahâbi olayın gerisini şöyle anlattı:
– Hemen elimi sırtına sürdüm ve parmaklarım peygamberlik mührüne temas ediverdi.
Ebu Zeyd’i hayranlıkla dinleyen bir sahabi merakla sordu:
– Peygamberlik mührü nasıl bir şeydi? Ebu Zeyd:
– Bir araya toplanmış kıllardan ibaretti, cevabını verdi. Ebu Zeyd’den daha talihlisi herhaldeSelman-ı Farisi‘dir. Selman (r.a) bir zamanlar hizmetinde bulunduğu Hıristiyan papazından ahir zaman peygamberinin alametlerini öğrenmişti. Papaz ona:
– Yakında ortaya çıkacak peygamber sadaka kabul etmeyecek, ama hediye alacak. Bir deiki omuzu arasında peygamberlik mührü olacak, demişti.
Selman’ın dilinden
Efendimiz Medine’ye hicret ettiği zaman Selman Hıristiyan bir köleydi. Resûlullah’ın Medine’ye geldiğini duyunca çok heyecanlandı. Acaba bu zat gerçekten o muydu? Gelmesi beklenen peygamber miydi? Hıristiyan papazından öğrendiklerini denemek isteyen Selman, bir gün işi olduğunu söyleyerek Efendisinden izin aldı. Elinde bir kap yemekle Resûl-i Ekrem’in huzuruna geldi:
– Buranın yabancısı sayılırsınız. Sadaka olarak hazırladığım şu yemeği size takdim etmenin daha uygun olacağım düşündüm. Buyurun yeyin. dedi.
Peygamber Efendimiz Selman’ın getirdiği yiyeceğe dokunmadı. Fakat arkadaşlarına:
– Buyurun, siz yeyin, dedi.
Bu hali gören Selman kendi kendine “Tamam. Papazın dediği birinci özellik bunda var.” dedi.
Birkaç gün sonra yine bir yiyecekle çıka geldi. Onu Peygamber aleyhisselamın önüne koyarak:
– Geçen gün getirdiğim sadakadan yemediğinizi görünce, size bunu hediye etmek istedim. Buyurun, yeyin, dedi. Hediyesini Resûl-i Ekrem Efendimizin kabul edip onu arkadaşlarıyla birlikte yediğini görünce “onda ikinci özellik de var” dedi kendi kendine. Acaba üçüncü özellik olan peygamberlik mührüne sahip miydi?
Bir başka gün yine sahibinden izin aldı. Doğruca Resûlullah Efendimizin yanına geldi. Efendimiz ashabıyla birlikte o gün vefat eden bir zatı kabristana götürüyordu. Selman peşlerine takıldı. Nebiy-yi Muhterem Efendimizin arkasından hiç ayrılmıyor; acaba sırtı açılır da görebilir miyim diye fırsat kolluyordu.
Selman’ın maksadını anlayan Resûlullah (s.a) sırtındaki örtüyü açıverince “Hatem-i nübüvvet” dediğimiz peygamberlik mührü ortaya çıkıverdi. Aradığı üçüncü alameti ayan beyan gören Selman, bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayarak Efendimizin sırtına kapandı ve o kuş yumurtası büyüklüğündeki beni heyecanla öperek kelime-i şahadet getirmeye başladı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz Selman-ı Farisi’yi karşısına aldı. Ashabıyla birlikte onun heyecanlı hayat hikayesini dinledi.
Kirpiklere benzer ince kıllar
Bursa Meb’usu merhum Mustafa Fehmi Gerçeker’in Hilye-i Fahr-i Alem adlı eserinin muhtelif sayfalarında hatem-i nübüvvetle ilgili pek güzel ifadeler vardır. Sohbetimizi bu güzel beyitlerle bitirelim:
Derler di ki hatemi nübüvvet
Sırtında onun mühim bir ayet
….
Bir guddeki cildi rengin almış
Gül goncasıdır ki, nura dalmış
Kirpiklere benzer ince kıllar
Sarmış onu gölgesinde saklar
….
Üst üste duran sevimli benler
Çoktur onu öpmek isteyenler
Yaklaştım o mühr-i abdare
Gördüm dedi Saib, aşikare
Temsîline buldu hem vesiyle
Keklik kuşunun yumurtasiyle
….
Ya düğme misalidir müzeyyen
Gerdek çadırında düğmelerden
….
Mevzi-i hatern ise yağrının
Sağ yanına karib idi anın
….
Dediler onu edenler ta’rif
Bir büyük hal idi ol mühr-i şerif
Kim siyahı sarıya mail idi
Ona dikkatle nazar müşkil idi.