Kabir Azabı Var mı?
YYaşar Kandemir hocamızın 2003 Ekim ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 212 Sayfa: 028)
Güzel sanatlardan birini öğreten hoca hanım, hem işini yapıyor hem sohbet ediyormuş. Söz kabir hayatına, kabir azâbına gelince “İnanmayın böyle şeylere, gidip de dönen mi var?” deyivermiş. Bunun üzerine bir tartışma başlamış.
Üzüntüsünü dile getiren hanım kızıma hoca değiştirmelerini tavsiye ettim. Dinimizin önemli esaslarını ve iman konularını, öyle bilir bilmez kişilerle konuşmanın inançlarına zarar verebileceğini söyledim.
Kabir gözümüzün önünde ama, içinde ne kıyametler koptuğundan haberimiz yok. Çünkü Allah Teâlâ orada olup bitenleri işitmemizi uygun görmemiş; ama kabir hayatına ve kabir azâbına inanmamızı istemiş ve Peygamber Efendimiz’e bu konuda açıklama yapma yetkisi vermiş.
Bazıları kabir azâbı hakkındaki sahih hadisleri yeterli görmeyerek bu konuda âyet aramış, her nasılsa bulamamış, bulamayınca da bu konuyu bir iman meselesi olmaktan çıkarmak istemiş, Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi Kur’an’da bildirmediğini, bazı konuları açıklama yetkisinin sevgili Peygamberimiz’e bıraktığını ne yazık ki görmezden gelmiş.
Kabir azâbı konusunda âyet arayanlara işte bir âyet:
“Firavun soyu acı bir azabın pençesine düştü.
Onlar devamlı surette ateşin karşısına dikilir, öylece bekletilirler.
Kıyamet kopunca da ‘Atınız şu Firavun soyunu en şiddetli azabın içine’ denir” (Mü’min 40/45-46).
Zâlim Firavun ve soyu yıkılıp gitti. Âyet-i kerîmede, dünya durdukça onların cehennemin karşısına dikilecekleri ve kendilerini bekleyen feci azaba bakarak tir tir titreyecekleri, asıl işkencenin ise kıyamet kopunca başlayacağı bildirilmektedir.
Kabir azâbı hakkında bu âyetle yetinmeyenlere, Allah’ın Resûlü’nün bu konuda verdiği doyurucu bilgilere inanmayanlara ne yapılabilir ki…
Duymadığımızı Duyan Var
Nice yakınlarımızı, sevdiklerimizi, dostlarımızı kara toprağın bağrına gömdük. Orada ne yaptıklarını, başlarına neler geldiğini bir türlü öğrenemedik. Kabirde yaşananlar hakkında Peygamber Efendimiz’in öğrettiği kadar bilgi sahibi olabildik.
İşte onun bu konuda bize verdiği pek çok bilgiden ibret dolu bir örnek:
Resûl-i Ekrem’in vahiy kâtiplerinden Zeyd İbni Sâbit radıyallahu anh anlatıyor:
Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Neccaroğullarına ait bir bahçedeydi; O sırada biz de yanındaydık. Bindiği katır birden yönünü değiştiriverdi; hayvan az kalsın Hz. Peygamber’i yere düşürüyordu.
Orada altı veya daha az kabir bulunduğunu farkettik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
– “Bu kabirlerin kime ait olduğunu bilen var mı?” diye sordu. Oradakilerden biri:
– “Ben biliyorum” dedi. Hz. Peygamber:
– “Bu kimseler ne zaman öldü?” diye sordu. Adam da:
– “İslâmiyet’ten önceki şirk döneminde öldüler” dedi.
O zaman Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
– “Bu kabirlerde bulunan kimseler imtihan oluyorlar.
Eğer olup biteni duyduktan sonra birbirinizi defnetmeyi bırakmayacağınızdan emin olsaydım, benim şu anda işitmekte olduğum kabir azâbını size de duyurması için mutlaka Allah’a dua ederdim.”
Bu sözlerden sonra Resûl-i Ekrem yüzünü bize döndü ve:
– “Cehennem azâbından Allah’a sığınınız” buyurdu. Sahâbîler:
– “Cehennem azâbından Allah’a sığınırız” dediler.
– “Kabir azâbından Allah’a sığınınız” buyurdu.
– “Kabir azâbından Allah’a sığınırız” dediler.
– “Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allah’a sığınınız” buyurdu.
– “Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allah’a sığınırız” dediler.
– “Deccâl fitnesinden Allah’a sığınınız” buyurdu.
– “Deccâl fitnesinden Allah’a sığınırız” dediler (Müslim, Cennet 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 190).
Bu hadîs-i şerif sevgili Peygamberimiz’in bizim görmediğimizi gördüğünü, duymadığımızı duyduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü onun sırdaşı Cebrâil aleyhisselâm’dı. Onunla her zaman görüşür, konuşur, ama bunu kimseler görmez, duymazdı.
Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz:
– “Âişe! Bak, Cebrâil sana selâm söylüyor” buyurdu.
Efendimiz’in sevgili eşi, buna çok sevindi ve:
– “Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi onun üzerine de olsun, Yâ Resûlellah! Sen bizim görmediklerimizi de görüyorsun” dedi (Buhârî, Bed’ü’l-halk 6, Edeb 111, İsti’zân 16, 19).
Annemizin ifade ettiği gibi, görmediklerimizi gören Peygamberler Sultanı bize bilmediğimiz âlemlerden taze nefesler sunduğunda, onu tâ ciğerimizin içine çekmeliyiz. Yeni bir şeyi daha öğrendik diye düğün bayram etmeliyiz. Hadîs-i şeriflerin, Kur’ân-ı Kerîm’den sonra bizim en büyük servetimiz olduğunu iyi bilmeliyiz.
Peygamber Efendimiz yukarıdaki hadîs-i şerifte insanı bekleyen dört tehlikeye işaret etmekte, bunların cehennem azâbı, kabir azâbı, ortaya çıkan ve çıkmayan fitneler ve deccâl fitnesi olduğunu söylemekte ve bunlardan Allah’a sığınmamızı emretmektedir. Kendisi de pek çok duasında bu tehlikelerden Cenâb-ı Hakk’a sığınmıştır. Onun bir duası şöyledir:
“Allahım!
Cehennem azâbından,
kabir azâbından,
hayat ve ölüm fitnesinden,
kör deccâlin fitnesinin şerrinden sana sığınırım” (Müslim, Mesâcid 128, 130-134; Ebû Dâvûd, Salât 149, 179; Nesâî, Sehv 64).
Resûlullah Efendimiz’in sevdiği ve iyi bir âlim olması için dua ettiği Abdullah İbni Abbas’ın söylediğine göre, Allah’ın elçisinin bu duayı ashâb-ı kirâma, tıpkı Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi öğretmesi (Müslim, Mesâcid 134; Nesâî, Cenâiz 115) ne kadar düşündürücüdür.
İşte bu meseleler bu kadar önemlidir.
Korkunç Manzara
Sonsuz âhiret hayatının ilk istasyonu olan kabir bizi düşündürmelidir. Özene bezene güzelleştirmeye çalıştığımız şu iğreti evlerimizden, orada daha uzun süre kalacağımız iyi bilinmelidir. Asıl orayı güzelleştirip sevgili Peygamberimiz’in deyişiyle, “cennet bahçelerinden bir bahçe” haline getirmemiz gerektiği unutulmamalıdır.
Ne yazık ki kabirlerden, kabristanlardan ders almıyoruz; gördüklerimiz üzerinde yeterince düşünmüyoruz. Çok duyarlı biri olduğumuzu söylesek bile, yeterince duyarlı davranmıyoruz.
Peygamberimiz’in dikkatli öğrencileri olan ashâb-ı kirâm efendilerimiz bizim gibi değildi:
Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Efendimiz’in baldızı olan Esmâ anlatıyor:
Bir gün Allah’ın Resûlü kabirde insanın başına gelecek hallerden söz ediyordu. Onun anlattıklarını duyan Müslümanlar öyle bir çığlık kopardılar ki, Allah’ın elçisinin ne buyurduğunu anlayamadım. Herkes susunca, bana en yakın olan adama Hz. Peygamber’in sözünü nasıl tamamladığını sordum. O da Resûl-i Ekrem’in:
– “Allah bana şunu vahyetti: Siz kabirlerinizde Deccâl fitnesine yakın bir imtihandan geçeceksiniz” buyurduğunu söyledi (Buhârî, Cenâiz 86; Nesâî Cenâiz 115).
Kabir azâbı hakkındaki bu söz, ashâb-ı kirâmı kendilerinden geçirmeye yetti.
Hz. Osman bir kabrin başında durunca, gözyaşları sakalını ıslatacak derecede ağlardı. Biri ona:
– “Cennetten, cehennemden söz edince ağlamıyorsun da, kabri görünce neden ağlıyorsun?” diye sordu. Peygamber Efendimiz’in cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Hz. Osman ona şunları söyledi:
– “Çünkü Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
‘Kabir, âhiret duraklarının ilkidir.
İnsan orada yakasını kurtarırsa, gerisi kolaydır.
Eğer orada yakasını kurtaramazsa, daha sonrası çok daha kötüdür.’
Peygamber aleyhisselâm sözünü şöyle tamamladı:
“Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim” (Tirmizî, Zühd 5; İbni Mâce, Zühd 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 63-64).
İşte bizim Efendimiz, insanların bilmediğini bilir, görmediğini görür, duymadığını duyardı. Kâinâtın Rabbi ona böyle bir imtiyaz vermişti. Bu sebeple biz gönlümüzü onun eşiğine bağlamalı, hayatımıza onun buyruklarına göre yön vermeli, onun izinde yürümeye gayret etmeliyiz.
Yüce Rabbim bizi onun yolundan ayırmasın (Âmîn, yâ Rabbe’l-âlemîn). ¸üzel sanatlardan birini öğreten hoca hanım, hem işini yapıyor hem sohbet ediyormuş. Söz kabir hayatına, kabir azâbına gelince “İnanmayın böyle şeylere, gidip de dönen mi var?” deyivermiş. Bunun üzerine bir tartışma başlamış.
Üzüntüsünü dile getiren hanım kızıma hoca değiştirmelerini tavsiye ettim. Dinimizin önemli esaslarını ve iman konularını, öyle bilir bilmez kişilerle konuşmanın inançlarına zarar verebileceğini söyledim.
Kabir gözümüzün önünde ama, içinde ne kıyametler koptuğundan haberimiz yok. Çünkü Allah Teâlâ orada olup bitenleri işitmemizi uygun görmemiş; ama kabir hayatına ve kabir azâbına inanmamızı istemiş ve Peygamber Efendimiz’e bu konuda açıklama yapma yetkisi vermiş.
Bazıları kabir azâbı hakkındaki sahih hadisleri yeterli görmeyerek bu konuda âyet aramış, her nasılsa bulamamış, bulamayınca da bu konuyu bir iman meselesi olmaktan çıkarmak istemiş, Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi Kur’an’da bildirmediğini, bazı konuları açıklama yetkisinin sevgili Peygamberimiz’e bıraktığını ne yazık ki görmezden gelmiş.
Kabir azâbı konusunda âyet arayanlara işte bir âyet:
“Firavun soyu acı bir azabın pençesine düştü.
Onlar devamlı surette ateşin karşısına dikilir, öylece bekletilirler.
Kıyamet kopunca da ‘Atınız şu Firavun soyunu en şiddetli azabın içine’ denir” (Mü’min 40/45-46).
Zâlim Firavun ve soyu yıkılıp gitti. Âyet-i kerîmede, dünya durdukça onların cehennemin karşısına dikilecekleri ve kendilerini bekleyen feci azaba bakarak tir tir titreyecekleri, asıl işkencenin ise kıyamet kopunca başlayacağı bildirilmektedir.
Kabir azâbı hakkında bu âyetle yetinmeyenlere, Allah’ın Resûlü’nün bu konuda verdiği doyurucu bilgilere inanmayanlara ne yapılabilir ki…
Duymadığımızı Duyan Var
Nice yakınlarımızı, sevdiklerimizi, dostlarımızı kara toprağın bağrına gömdük. Orada ne yaptıklarını, başlarına neler geldiğini bir türlü öğrenemedik. Kabirde yaşananlar hakkında Peygamber Efendimiz’in öğrettiği kadar bilgi sahibi olabildik.
İşte onun bu konuda bize verdiği pek çok bilgiden ibret dolu bir örnek:
Resûl-i Ekrem’in vahiy kâtiplerinden Zeyd İbni Sâbit radıyallahu anh anlatıyor:
Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Neccaroğullarına ait bir bahçedeydi; O sırada biz de yanındaydık. Bindiği katır birden yönünü değiştiriverdi; hayvan az kalsın Hz. Peygamber’i yere düşürüyordu.
Orada altı veya daha az kabir bulunduğunu farkettik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
– “Bu kabirlerin kime ait olduğunu bilen var mı?” diye sordu. Oradakilerden biri:
– “Ben biliyorum” dedi. Hz. Peygamber:
– “Bu kimseler ne zaman öldü?” diye sordu. Adam da:
– “İslâmiyet’ten önceki şirk döneminde öldüler” dedi.
O zaman Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
– “Bu kabirlerde bulunan kimseler imtihan oluyorlar.
Eğer olup biteni duyduktan sonra birbirinizi defnetmeyi bırakmayacağınızdan emin olsaydım, benim şu anda işitmekte olduğum kabir azâbını size de duyurması için mutlaka Allah’a dua ederdim.”
Bu sözlerden sonra Resûl-i Ekrem yüzünü bize döndü ve:
– “Cehennem azâbından Allah’a sığınınız” buyurdu. Sahâbîler:
– “Cehennem azâbından Allah’a sığınırız” dediler.
– “Kabir azâbından Allah’a sığınınız” buyurdu.
– “Kabir azâbından Allah’a sığınırız” dediler.
– “Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allah’a sığınınız” buyurdu.
– “Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allah’a sığınırız” dediler.
– “Deccâl fitnesinden Allah’a sığınınız” buyurdu.
– “Deccâl fitnesinden Allah’a sığınırız” dediler (Müslim, Cennet 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 190).
Bu hadîs-i şerif sevgili Peygamberimiz’in bizim görmediğimizi gördüğünü, duymadığımızı duyduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü onun sırdaşı Cebrâil aleyhisselâm’dı. Onunla her zaman görüşür, konuşur, ama bunu kimseler görmez, duymazdı.
Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz:
– “Âişe! Bak, Cebrâil sana selâm söylüyor” buyurdu.
Efendimiz’in sevgili eşi, buna çok sevindi ve:
– “Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi onun üzerine de olsun, Yâ Resûlellah! Sen bizim görmediklerimizi de görüyorsun” dedi (Buhârî, Bed’ü’l-halk 6, Edeb 111, İsti’zân 16, 19).
Annemizin ifade ettiği gibi, görmediklerimizi gören Peygamberler Sultanı bize bilmediğimiz âlemlerden taze nefesler sunduğunda, onu tâ ciğerimizin içine çekmeliyiz. Yeni bir şeyi daha öğrendik diye düğün bayram etmeliyiz. Hadîs-i şeriflerin, Kur’ân-ı Kerîm’den sonra bizim en büyük servetimiz olduğunu iyi bilmeliyiz.
Peygamber Efendimiz yukarıdaki hadîs-i şerifte insanı bekleyen dört tehlikeye işaret etmekte, bunların cehennem azâbı, kabir azâbı, ortaya çıkan ve çıkmayan fitneler ve deccâl fitnesi olduğunu söylemekte ve bunlardan Allah’a sığınmamızı emretmektedir. Kendisi de pek çok duasında bu tehlikelerden Cenâb-ı Hakk’a sığınmıştır. Onun bir duası şöyledir:
“Allahım!
Cehennem azâbından,
kabir azâbından,
hayat ve ölüm fitnesinden,
kör deccâlin fitnesinin şerrinden sana sığınırım” (Müslim, Mesâcid 128, 130-134; Ebû Dâvûd, Salât 149, 179; Nesâî, Sehv 64).
Resûlullah Efendimiz’in sevdiği ve iyi bir âlim olması için dua ettiği Abdullah İbni Abbas’ın söylediğine göre, Allah’ın elçisinin bu duayı ashâb-ı kirâma, tıpkı Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi öğretmesi (Müslim, Mesâcid 134; Nesâî, Cenâiz 115) ne kadar düşündürücüdür.
İşte bu meseleler bu kadar önemlidir.
Korkunç Manzara
Sonsuz âhiret hayatının ilk istasyonu olan kabir bizi düşündürmelidir. Özene bezene güzelleştirmeye çalıştığımız şu iğreti evlerimizden, orada daha uzun süre kalacağımız iyi bilinmelidir. Asıl orayı güzelleştirip sevgili Peygamberimiz’in deyişiyle, “cennet bahçelerinden bir bahçe” haline getirmemiz gerektiği unutulmamalıdır.
Ne yazık ki kabirlerden, kabristanlardan ders almıyoruz; gördüklerimiz üzerinde yeterince düşünmüyoruz. Çok duyarlı biri olduğumuzu söylesek bile, yeterince duyarlı davranmıyoruz.
Peygamberimiz’in dikkatli öğrencileri olan ashâb-ı kirâm efendilerimiz bizim gibi değildi:
Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Efendimiz’in baldızı olan Esmâ anlatıyor:
Bir gün Allah’ın Resûlü kabirde insanın başına gelecek hallerden söz ediyordu. Onun anlattıklarını duyan Müslümanlar öyle bir çığlık kopardılar ki, Allah’ın elçisinin ne buyurduğunu anlayamadım. Herkes susunca, bana en yakın olan adama Hz. Peygamber’in sözünü nasıl tamamladığını sordum. O da Resûl-i Ekrem’in:
– “Allah bana şunu vahyetti: Siz kabirlerinizde Deccâl fitnesine yakın bir imtihandan geçeceksiniz” buyurduğunu söyledi (Buhârî, Cenâiz 86; Nesâî Cenâiz 115).
Kabir azâbı hakkındaki bu söz, ashâb-ı kirâmı kendilerinden geçirmeye yetti.
Hz. Osman bir kabrin başında durunca, gözyaşları sakalını ıslatacak derecede ağlardı. Biri ona:
– “Cennetten, cehennemden söz edince ağlamıyorsun da, kabri görünce neden ağlıyorsun?” diye sordu. Peygamber Efendimiz’in cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Hz. Osman ona şunları söyledi:
– “Çünkü Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
‘Kabir, âhiret duraklarının ilkidir.
İnsan orada yakasını kurtarırsa, gerisi kolaydır.
Eğer orada yakasını kurtaramazsa, daha sonrası çok daha kötüdür.’
Peygamber aleyhisselâm sözünü şöyle tamamladı:
“Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim” (Tirmizî, Zühd 5; İbni Mâce, Zühd 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 63-64).
İşte bizim Efendimiz, insanların bilmediğini bilir, görmediğini görür, duymadığını duyardı. Kâinâtın Rabbi ona böyle bir imtiyaz vermişti. Bu sebeple biz gönlümüzü onun eşiğine bağlamalı, hayatımıza onun buyruklarına göre yön vermeli, onun izinde yürümeye gayret etmeliyiz.
Yüce Rabbim bizi onun yolundan ayırmasın (Âmîn, yâ Rabbe’l-âlemîn).