Hidayet Erişince
YYaşar Kandemir hocamızın 1991 Haziran ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 064, Sayfa: 020)
Kimseye söylemediğimiz, gönlümüzün derûnunda sakladığımız sırlar vardır. Başkasının bilmediğinden emin olduğumuz bu esrarı, birgün muhatabımızın ağzından duyarsak ne hallere gireriz, hiç düşündünüz mü?
Gizledikleri işleri Fahr-i Cihan efendimizden özellikle saklayan, fakat bu halleri onun haber vermesi üzerine derin hayrete düşen ve kelime-i şehadet getirerek islam’ı kucaklayan bahtiyarların sayısı az değildir. Bugünkü sohbetimizde hayalen de olsa o gül devrine uçacağız. Resül-i Kibriya’nın huzurunda cereyan eden bazı ihtida olaylarını seyredeceğiz.
Gizli anlaşma
Umeyr b. Vehb azılı bir müşrikti. Hz. Peygamber’e ve müslümanlara çok işkence etti. Bedir Gazvesi’nde aldığı ağır yara yüzünden öldüğü sanıldı; fakat gece yarısı kendine geldi. Ölülerin arasından sıyrılarak güç bela Mekke’ye döndü. Bu savaşta oğlu esir alınıp Medine’ye götürülmüştü.
Zamanla Umeyr’in yaraları iyileşti. Fakat içindeki islam düşmanlığı daha bir koyulaştı.
Bir gün amcazadesi Safvan b. Ümeyye ile Hicr mevkiinde oturmuş, Bedir’de yakınları hakkında konuşuyorlardı. Umeyr:
– Şayet şu borçlarım, arkada da çocuklarım olmasaydı, atıma atlar, Medine’ye varır. Muhammed’i öldürürdüm. Oğlumun ellerinde esir olması da bu iş için iyi bir bahanedir, dedi.
Safvan çok zengin bir müşrikti. Bedir’de kaybettiği yakınlarını düşünerek “Onlardan sonra yaşamanın ne kıymeti var!” diye söylenip duruyordu. Umeyr’in bu sözleri, onun gönlünde yanan intikam ateşini yeniden tutuşturdu. Amcazadesinin ellerine sarıldı:
– Şayet Muhammed’i öldürürsen senin bütün borçlarını ben öderim. Çoluk çocuğuna da benimkilerle birlikte ölene kadar gül gibi bakarım, dedi.
Umeyr’in istediği de buydu:
– Peki öyleyse, dedi. Fakat bu anlaşmamızı gizli tut! Sakın kimseye söyleme, diye de tenbih etti.
Umeyr kılıcını bileyip, zehirledi. Atına atlayıp Medine’nin yolunu tuttu.
Medine’ye varıp Mescid-‘ Nebevî’nin kapısına dayanınca Hz. Ömer telaşlandı:
– Bu Allah düşmanı Umeyr’dir. Buraya mutlaka bir kötülük yapmak için gelmiştir, diyerek Hz. Peygamber’in huzuruna vardı ve durumu arzetti. Seyyid-i Kainat efendimiz:
– Onu bana getirin, buyurunca Hz. Ömer geri dönüp Umeyr’in yanına geldi. Umeyr’in boynundaki kılıcı kayışından tutup göğsünde topladı. Oradaki Ensar’a:
– Hz. Peygamber’in yanına gidin. Bu herif buraya boşuna gelmemiştir, dedi. Umeyr’in boynundaki kılıcı sımsıkı yakalamıştı.
Hz. Peygamber tekrar seslendi:
– Onu bırak, Ömer! Sen de yakın gel, Umeyr! buyurduktan sonra, oraya niçin geldiğini sordu. Sonra da aralarında şu konuşma geçti:
– Oğlum elinizde esir. Bir iyilik edip onu bırakasınız diye geldim.
– Öyleyse şu boynundaki kılıç ne?
– Öyle kılıç olmaz olsun! Bize ne faydası dokundu ki!
– Bana doğru söyle! Buraya niçin geldin?
– Dedim ya, oğlumu sizden istemeye geldim.
– Peki öyleyse, Hicr mevkiinde Safvan b. Ümeyye ile yaptığınız anlaşma neydi?
Umeyr birden ürktü. Kekelemeye başladı:
– Ne konuşmuşuz Safvan’la? diye sordu. Resül-i ekrem efendimiz şunları söyledi:
– Bedir’de kuyuya atılan kimselerden bahsettiniz. Sonra sen, borcum ve çocuklarım olmasaydı, gider Muhammedi öldürürdüm, dedin. Safvan borcunu ödemeyi, çocuklarına bakmayı üstlendi. Sen de kalkıp geldin. Fakat Allah Teala yapmayı düşündüğün işe izin vermeyecektir.
Fahr-i kainat efendimiz konuştukça Umeyr renkten renge giriyordu. Sonra Kelime-i şehadet getirmeye başlayarak dedi ki:
– Bu konuyu sadece Safvan’la ikimiz konuşmuştuk. Yanımızda başka biri yoktu. Bunu sana Allah’dan başka kimse söyleyemez. Anlıyorum ki, sen Resülullah’ sın Bana doğru yolu gösteren Allah’a hamd olsun…
Umeyr kısa zamanda İslamiyeti öğrendi. Hz. Peygamber’in izniyle Mekke’ye dönerek orada Müslümanlığı yaymaya başladı.
Halbuki Umeyr’le anlaşma yapmış olan amcazadesi Safvan, Kureyşli müşriklere üstü kapalı müjdeler veriyor, yakında şok tesiri yapacak bir olay duyacaklarını söylüyordu. Zavallı Safvan Karşısında değişik bir Umeyr görünce kendisi şoke oldu…
Kalbimden geçti.
Kinane oğullarından Kabbas b. Eşyem uzun ömürlü bir sahabîdir. Efendimiz (aleyhi’s-salatü ve’s-selam) Fîl senesinde doğduğu halde, Kabbas Mekke’ye fillerin geldiğini hatırlamaktadır. Hicretin 15. yılında yapılan Yermük Savaşı’na da katılmıştır. Emevî halifelerinden Mervan onun yaşını merak ederek sorar:
– Sen mi büyüksün, yoksa Rasülullah mı? Kabbas’ın verdiği cevab son derece zariftir:
– Rasülullah benden büyük,ben ise ondan yaşlıyım.
İslam Dini ile şereflenmeden önce birgün Kabbas’a Muhammed b. Abdullah’ın yeni bir dine davet ettiğini söylediler. O da kalktı doğruca Hz. Peygamberin yanına geldi.
Seyyid-i Kainat efendimiz:
– Otur bakalım, Kabbas, buyurduktan sonra onu şaşkına çeviren bir soru sordu:
“Kureyş’in kadınları bir araya gelse, Muhammedi ve ashabını önlerine katıp kovalarlar” diyorsun öyle mi?
Kabbas tüyleri diken diken olmuş bir halde şunları söyledi:
– Seni peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, dilim böyle bir söz söylemedi; dudaklarımdan böyle birşey çıkmadı; kulaklarım da böyle bir cümle duymadı. Bu sözler sadece kalbimden geçti. Şehadet ederim ki, Allah’dan başka ilah ve O’nun bir ortağı yoktur. Şunu kesin olarak söylerim ki, Muhammed Allah’ın elçisidir. Getirdiğin din de Hak dindir.
Develerden ne haber!
Hicretin beşinci yılında yapılan Benî Mustalik Gazvesi‘nde bu kabileden pek çok insan esir alınmıştı. Esirler arasında kabilenin reisi Haris b. Ebü Dırar’ın güzel kızı Berre de vardı. Kızını esaretten kurtarmak isteyen Haris, yanına iki oğlunu ve yeteri kadar deveyi alarak Medine’nin yolunu tuttu. Medine’nin güneybatısındaki Akik vadisine gelince mola verildi. Pınarlarıyla meşhur bu yeşil vadide develerinden ikisi gözüne çok güzel göründü. Onları fidye olarak götürmeye gönlü razı olmadı. Bu iki deveyi orada bir yere sakladı. Dönüşte alıp götürecekti.
Medine’ye varınca, oğulları ve bazı kabile mensuplarıyla birlikte Hz. Peygamber’in huzuruna girdi:
– Ya Muhammed! Kızımı esir almıştınız. Fidyesini getirdim. Onu bana teslim edin, dedi. Hz. Peygamber:
– Akik vadisinde sakladığın iki deveden ne haber? deyince Haris şaşırıp kaldı. Bu olayı yanındakilerden başka hiç kimse görmemişti. Peygamber olduğunu söyleyen bu zat bu olayı nereden bilebilirdi. Demek ki o gerçekten peygamberdi.
Haris kelime-i şehadet getirmeye başladı. İki oğlu ve yanındaki kabile mensuplarıyla birlikte müslüman oldu.
Aslında onu bekleyen başka sürprizler de vardı. Kızı da İslamiyeti kabul etmiş, adı Hz. Peygamber tarafından Cüveyriyye olarak değiştirilmiş, en önemlisi de bu bahtiyar kadın Resüli Muhterem’in hanımı olmuştu.
Nasıl bildi?
Zikrettiğimiz bu harikulade olaylar bazı zihinleri meşgul etmiş, “Peygamber gaybı bilir mi?” sorusu hep sorula gelmiştir. Bu sorunun cevabı gayet kısa ve açıktır:
Gaybı Allah’dan başka kimse bilemez.
O takdirde ikinci bir soru mutlaka sorulacaktır:
Öyleyse Hz. Peygamber bu enteresan olayları nasıl bildi?
En iyisi bu sorunun cevabını yine bir olayla ve Hz. Peygamber’in dilinden vermektir.
İbni İshak’ın el-Megazi adlı siyer kitabında nakledildiğine göre Efendimiz ashabıyla birlikteTebük Seferi’ne gitmekteydi. Yolda devesi kayboldu. Sahabilerden bazıları deveyi aramaya gittiler.
Umare b. Hazm el-Ensari’nin kafilesinde bu sefere katılan Zeyd b Lusayt adlı münafık, devenin kaybolduğunu duyunca, hemencecik lafı yetiştirdi:
– Hem peygamber olduğunu söylüyor, göklerden haber veriyor, hem de devesinin nerede olduğunu bilmiyor. Bu ne iştir! dedi.
Zeyd bu herzeyi savunurken Umare b. Hazm Efendimizin yanındaydı. Resul-i Kibriya efendimiz buyurdu ki:
– Şimdi bir adam “Muhammed hem peygamber olduğunu söylüyor; göklerden haber veriyor; hem devesinin nerede olduğunu bilmiyor; diye konuştu. Ben sadece Allah tarafından bana bildirilen şeyleri bilirim. Allah Teala bana devenin nerede olduğunu şimdi bildirdi. Deve şu vadide, yuları bir ağaca takılıp kalmış vaziyette duruyor.
Bunu duyar duymaz bazı sahabiler koşup gittiler. Deveyi Resülullah efendimizin tarif ettiği şekilde bulup getirdiler.
Bu olaya şahit olan Umare b. Hazm kafilesine dönüp de olayı arkadaşlarına anlatınca, Zeyd b. Lusayt’ı gösterdiler:
– O lafı sen gelmeden biraz önce bu sarf etti, dediler. Büyük bir öfkeye kapılan Umare kalkıp Zeyd’in ümüğüne yapıştı:
– Kafilemde bir musibet herif varmış da benim haberim yokmuş. Defol, git, bre Allah düşmanı! Bundan sonra benim yanımda asla barınamazsın, diye onu kovdu.