Ey Allah’ım Yine Göster
YYaşar Kandemir hocamızın 1991 Ekim ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 068, Sayfa: 020)
Âşık, sevgili ve çile… Bu üçlüyü birbirinden ayırmak mümkün değildir. Çile çekmeyen kimse âşık olamaz. Âşığı pişiren, olgunlaştıran çiledir. Çilelerin başında ayrılık ateşi gelir. Âşıkla sevgilisi arasına bazan sıra dağlar, bazan uzun asırlar girer. Geçen sohbetimizde bunlardan birincisini ele almış, aynı devirde yaşadıkları halde sevgilisini göremeyen âşığın çilesinden, Ebû Basîr‘in Resûlullah efendimize nasıl hasret gittiğinden söz etmiştik.
Sevgili ile aralarına sıra dağlar yerine, onlardan bin beter uzun asırlar giren âşıkların çilesi daha başkadır. Sevgilinin gül yüzünü dünya gözüyle göremeyen bu âşıkların yegâne tesellisi sevgiliyi düşde görebilmektir.
Asırlar Ötesi Hasret
Rasulullah hasretini en güzel dile getiren âşıkların başında Yûnus Emre gelir. Kâinâtın Efendisini dünya gözüyle görme bahtiyarlığını kaçıran Yûnus, onu hiç olmazsa düşte görme niyazını bakınız ne güzel, ne tatlı bir üslûbla dile getiriyor:
Sancağı ağ idi döndü yeşile
Uyandım kendimi döğdüm taş ile
Ey Allahım yine göster düş ile
Bir yeşil bayraklı sultan göründü.
Bir başka şiirinde Yûnus Emre, Kâinâtın Efendisine duyduğu hasreti ve onu görme arzusunu şöyle ifade eder:
Araya araya bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hak nasib eylese görsem yüzünü
Yâ Muhammed canım arzular seni
***
Bir mübarek sefer olsa da gitsem
Kâbe yollarında kumlara batsam
Hûb cemalin bir kez düşte seyretsem
Yâ Muhammed canım arzular seni
Sevgiliyi rüyada görmek, onun ”güzel cemalini bir kez düşde seyretmek” âşığı bahtiyar eder.
Böyle bir saadete nâil olunca, ayrılık hasretiyle buğulanan gözleri, bu defa sevinç gözyaşları dökmeye başlar. Bu devlete nâil olamayanlar da Resûlullah’ın mübarek yüzüne ezelden beri âşık olduğunu söyleyerek “ne olur, bir gece rüyada bana güzel yüzün göster” diye yalvaran Elmastraş-zâde Hilmi (Ö.1881) gibi inleyip durur:
Yâ Resûlallah ezelden âşık-ı dîdârınım
Lûtfedip rü’yâda bir şeb arz-ı dîdâr et bana
Kimi aşklar sevgilinin rüyada görülmesiyle başlar. O zaman âşık, gönlüne düşen ateşin hararetiyle yanıp kavrulur. Neccarzâde Şeyh Rıza (ö. 1744) aşkın ateşine, sevgilinin gülcemalini rüyada görerek yakalandığını şöyle anlatıyor:
Görünce vechini rü’yada yâ Resûlallah
Dil oldu hüsnüne dildâde yâ Resûlallah
Belli ki bu aşk zamanla serpilip boy atmış, sevenle sevilen arasındaki mesafe azalmış, sevgiliyi görme niyazi bir naz üslubuyla ifade edilir olmuştur. Nitekim Neccarzâdebir başka arzıhaline şöyle başlıyor:
Kerem kıl tâkatım yok imtihâne yâ Resûlallah
Yüzün göster yeter ettin bahâne yâ Resûlallah
Merzifonlu Dedezâde Mehmed Hilmi, son devrin Resûlullah âşıklarından biridir. Onun şi-irlerinin yayınlanmasında büyük himmeti geçen ve 25 Haziran 1991 günü Hakk’ın rahmetine kavuşan merhum hocam, büyük ilim adamı Prof. Dr. Nihad Mazlûm Çetin de Resûlullah âşıklanndan biriydi. Ona duyduğu aşkı diliyle söylemeye utanır, hemşehrisi Dedezâde’nin şu beytini her okuyuşta ağlar ve Cihanın Efendisini rüyada görme niyazını dolaylı olarak dile getirmiş olurdu:
Özledi ancak bu gönlüm yâ Resûlallah seni
Düşde olsun sevdiğim, bir def’a görsem âh seni
Bir sohbetimizde rahatsız olduğundan bahisle şifa bulması için dualarını arz ve temenni ettiğim aziz okuyucularımdan, şimdi merhum hocam için birer fatihalarını niyaz ediyorum.
Bu Ümmetin Sevgisi
Muhammed ümmetinin Fahr-i Cihân (aleyhisselâtü ve’s-selâm)’a duyduğu sevgi, okyanusların koyu sularından daha derin, asırlık çınarların toprağı kucaklamasından daha köklü ve kuvvetlidir. Bunu bizzat ifade eden Gönüller Sultanı efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimin beni en fazla sevenlerinden bir kısmı, benim devrimden sonra gelecek bazı kimselerdir. Onlar beni görebilmek için aile efradım ve bütün mal varlığım seve seve feda etmeyi arzu ederler.” (Müslim, Cennet, 12)
Fahr-i âlem efendimizin insana derin haz ve heyecan veren bu hadis-i şerifi, günümüzdeki âşıkların gönlünü taze meltemler gibi serinletecektir. Onu dünya gözüyle görmüş olan bahtiyarların Peygamber muhabbetiyle, daha sonra gelenlerin sevgisi elbette boy ölçüşemez. Muhabbet yarışında hiç kimse ashâb-ı kirâmı geçemez. Bununla beraber sevgili efendimizin gönüller mest eden bu müjdesi, muazzam İslam ümmetinin arkasından sekerek gelmeye çalışan pek çok kara sevdalıya sevinç gözyaşları döktürecek güzelliktedir. Zira bu ümmetin gönlünde Peygamber sevgisi dünya durdukça yeşerecek, nice âşıkların sevdâ yarışına konu olacaktır.
Onun Takdiri
Sonradan gelen ümmeti hakkındaki bu Peygamber iltifatı elbette bizleri sevince garkedecektir. Zira Resûlullah efendimizin takdirkâr bir ifadesi, ashâb-ı kirâmı da pek sevindirirdi. Bunun tipik misallerinden biri, Habeşistan’a hicret eden hanım sahabilerden Esmâ binti Umeys ile Hz. Ömerarasında geçen bir olayda görülmektedir. Hz. Ömer Esmâ’ya:
– Hicrette biz sizi geçtik, diyerek Mekke’den Medine’ye hicret edenlerin Habeşistan’dan Medine’ye gelenlerden daha üstün olduğunu söylemişti.
Esmâ bu kıyaslamaya çok üzüldü. Allah ve Resûlü uğrunda nice sıkıntılara katlanan Habeşistan muhacirlerinin, Mekke’den Medine’ye hicret eden ashâb-ı kirâmdan daha az sevap kazanması söz konusu olamazdı. Zira Habeşistan muhacirleri İslâm uğrunda daha büyük sıkıntılara katlanmışlardı. Esmâ doğruca Resûl-i Ekrem’in yanına geldi ve Hz. Ömer’in sözünü naklederek bunun ne derece doğru olduğunu sordu.
Peygamber efendimiz ise:
– “Ömer’in ve arkadaşlarının bir hicreti, sizin ise ey gemi yolcuları, iki hicretiniz vardır” buyurarak Esmâ’yı sevindirdi. Ebu Musa el-Eş’ari başta olmak üzere, Habeşistan’a hicret eden sahabiler Esmâ binti Umeys’in yanına grup grup gelirler, Hz. Peygamber’in kendileri hakkındaki müjdesini ona tekrar ettirirlerdi. Hayatta hiçbir şey onları Peygamber aleyhisselâm’ın bu müjdesi ve iltifatı kadar sevindirip mutlu etmemişti.
Görmeden İman Edenler
Kâinâtın Güneşi efendimizin bu ümmetin son saflarında yer alanlar hakkında da müjdeleri vardır. Bu müjdeler bizleri, tıpkı Habeşistan muhaciri ashâb-ı kirâm’ın duyduğu sonsuz saadet gibi sevindirecek ve bahtiyar edecek güzelliktedir.
Birgün sahabeden Ebû Cümua Habîb İbni Sibâ’ hazretlerine:
– Bize Peygamber aleyhisselâm’dan duyduğun bir hadis söyle, demişlerdi. O da söze şöyle başladı:
– Size hoş bir hadis söyleyeceğim. Birgün Resûlullah (s.a) ile birlikte kahvaltı etmiştik. YanımızdaEbû Ubeyde bin Cerrah da vardı. Ebû Ubeyde Hz. Peygamber’e hitaben dedi ki:
– Ya Rasûlallah! Bizler müslümanlığı kabul etmiş ve seninle birlikte savaşmış insanlarız. Bizden daha hayırlı biri var mıdır?
O zaman Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
– “Evet, vardır. Onlar sizden sonra gelecek ve” beni görmeden bana iman edecek kimselerdir.” (Ahmed b. Hanbel, IV, 106)
Demek ki şu veya bu devirde gelmek o kadar önemli değildir. Önemli olan, hangi devirde gelinirse gelinsin, Resûlullah’ın izinden gidebilmektir. Ona ve onun getirdiği esaslara gönül bağlamaktır. Islâm’ı bütün berraklığı ile kabul etmek ve onu bir bütün olarak yaşamaya çalışmaktır.
Fahr-i Cihan efendimiz ne güzel söylemiştir:
“Benim ümmetim yağmur gibidir. Baş tarafı mı, yoksa son tarafımı daha hayırlıdır bilinmez” (Tirmizî, Emsal, 6)