Dudağının Değdiği Yer
YYaşar Kandemir hocamızın 1994 Nisan ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 098 Sayfa: 024)
Sevgiliden ayrı düşenler, onun hatırasıyla avunurlar. Dokunduğu şeylere temas ederek onu hissetmeye, gezdiği yerlerde dolaşarak teselli bulmaya çalışırlar.
Ashab-ı Kiram efendilerimiz emsâlsiz bir sevgiliden ayn düşmenin acısıyla kavruldular. Onun kendilerini bırakıp gitmesine adeta inanamadılar. Bir daha dönmemek üzere gittiğini anlayınca, kalplerini burkan derin hüznü onun gibi yaşamaya çalışarak, onun sünnetine sarılarak hafifletmeye gayret ettiler. Peygamber Efendimiz’in hatırasını taşıyan her şeyde teselli aradılar. Bu sohbetimizde, Ashab-ı Kiram’ın Peygamber-i Zişan Efendimiz’in hatırası olan su kaplarıyla nasıl avunduklarını, onun dudağının değdiği şeylerde nasıl bereket aradıklarını görmeye çalışacağız.
Ağaç Bardak
Kainatın Efendisi’ne dokuz yaşından, on dokuz yaşına kadar tam on yıl boyunca hizmet eden, sabahtan akşama kadar her gün onun yanında bulunan Enes İbni Malik hazretlerinin ona duyduğu hasret kim bilir ne kadar yoğundu. Kulpu demirden olan bir ağaç bardağı zaman zaman çıkarıp yanındakilere gösterir, Allah’ın Elçisi’ne o bardakla hem su, hem süt, hem de bal sunduğunu söylerdi (Müsned, III, 27). O bardakla su içmekten büyük haz duyan sahabe ve tabiin neslinden bazıları, bardağın dibinde artırdıkları suyu, Hz. Peygamber’e salat ü selam getirerek başlarına ve yüzlerine dökerlerdi (Müsned, III, 187). Enes, bu bardağın demir kulpunu altın veya gümüşle değiştirmek istemişti. Üvey babası olan şöhretli sahabi Ebû Talha hazretleri, “Hz. Peyamber’in yaptığı birşeyi sakın değiştirmeye kalkma” deyince bundan vazgeçti (Buhari, Eşribe 30). Fakat yıllar sonra, Güzeller Güzeli’nin mübarek dudaklarını öpen bu bardak yıprandı. Enes b. Malik de onu gümüşle kaplattı.
Enes’in annesi Ümmü Süleym Peygamber Efendimiz’e ait her şeye büyük değer verirdi. Bir gün Efendimiz evlerine geldiğinde, duvarda asılı duran su kırbasına ağzını dayayarak su içmişti. Bunu gören Ümmü Süleym çok sevinmiş, hemen eline bir bıçak almış, Allah’ın Sevgilisi’nin mübarek dudaklarıyla şeflenen kırbanın ağzını kesip saklamıştı (Müsned VI. 376). Sevgili EfendimizKebşetü’l-Ensariye’nin evinde de duvara asılı su kırbasından aynı şekilde içtiği zaman Kebşe kırbanın ağzını eşi bulunmaz bir Servet gibi saklamıştı (Tirmizi, Eşribe 18). Bu misaller, özellikle sahabi hanımların Resül-i Ekrem Efendimiz’in mübarek dudaklarıyla bereketlenen eşyayı saklamaya pek özen gösterdiklerini ortaya koymaktadır.
Esma Binti Yezid‘in bu konuda pek güzel hatıraları vardır. Esma hanımdan söz edince, onun bir iki özelliğine işaret etmeden geçmek olmaz. Esma hanım akıllı, dindar ve yiğit bir kadındı. Peygamber Efendimiz’in huzurunda kadınları temsilen yaptığı bir konuşma dillere destandır. Sevgili Efendimiz onun güzel konuşmasını pek takdir ettiği için, kendisine kadınların hatibi anlamında Hatibetü’n-nisâ denmiştir. Yermük savaşında çadır direğiyle dokuz Bizans askerini tepelemesi ise, onun yiğit bir ana olduğunun en güzel delilidir.
Bir gün Peygamber Efendimiz Esma’ların mahallesindeki mescitte bir akşam namazı kılmıştı. Hz. Peygamber’e ikramda bulunmak isteyen Esma, bir koşu evine giderek birkaç pideyle bir et yemeği getirip Efendimiz’e sunmuştu. Hiçbir ikramı reddetmeyen Efendimiz de sahabilerine:
– Buyurun, diyerek yemeye başlamıştı. Esma’nın anlattığına göre orada bulunan kırk kadar insan bu yemekten yemiş, fakat Kainatın Efendisi’nin mübarek eliyle bereketlenen yemek tükenmek bilmemişti.
İşte o akşam Efendimiz’in su içtiği kırbayı Esma gözü gibi korudu. Kuruyup çatlamaması için onu yağlayıp kaldırdı. Zaman zaman kırbayı çıkarır, bereketini umarak onunla su içer ve şifa bulmaları ümidiyle hastalara o kırbayla su içirirlerdi.
Alsana Kız!
Esma Binti Yezid‘in konumuzla ilgili pek hoş bir hatırası daha vardır. İki Cihan Güneşi’nin Hz. Aişe‘yle evleneceği günlerdeydi. Esma hanım gelin annemizi süsleyip zifafa hazırlayınca, Resül-i Ekrem Efendimiz’e gelerek eşini gelinlik kıyafeti içinde görmeye çağırdı. Nebiy-yi Muhterem Efendimiz gelinin yanına oturdu. O sırada Peygamberler Sultanı’na büyücek bir kapla süt ikram edildi. Efendimiz sütü içtikten sonra süt kabını Hz. Aişe‘ye uzattı. Hz. Aişe belki de bütün gözlerin kendisine dikilmiş olmasından dolayı pek utanıp başını önüne eğdi.
Esma hanım Hz. Aişe’nin koluna dürterek uyardı.
– Peygamber aleyhisselam’ın elinden kabı alsana kız! dedi. Zira Esma’ya göre, yukarıda arzettiğim gibi, Peygamber aleyhisselam’ın mübarek elinden bir şeyi almak, onun dudağıyla şereflenen yerden içmek saadetlerin en büyüğüydü.
Hz. Aişe süt kabını utana utana alıp birkaç yudum içti.
Peygamber Efendimiz:
– Sütü arkadaşına ver, deyince, kabı Esma’ya uzattı.
Esma gerçekten pek uyanıktı. Eline geçen bu fırsatı gönlünce değerlendirmek istedi. Peygamber efendimiz’e:
– Hayır, ya Resûlallah! Kabı sen al, ondan tekrar iç ve bana kendi ellerinle ver, dedi.
Kainatın Efendisi Esma’nın dediğini yaptı. Esma yere oturup süt kabını dizlerinin üstüne koydu. Peygamber aleyhisselam’ın mübarek dudaklarının temas ettiği yerden içebilmek arzusuyla kabı elinde evirip çevirmeye başladı.
Sonra Resül-i Ekrem (s.a.) oradaki hanımları göstererek:
– Süt kabını onlara ver, dedi. Hanımlar:
– İştahımız yok, içmeyeceğiz, dediler. Allah’ın Elçisi onlara:
– Karnınız açken, iştahımız yok diye sakın yalan söylemeyin, buyurdu.
Sütü alıp içmeyen o hanımların tutumlanna pek hayret eden Esma, yıllar sonra bu olayın bir hadis ravisi olan kölesi Şehr İbni Havşeb‘e anlatırken ona:
– Orada sen olsaydın, iştahım yok der miydin, diye sordu. Allah’ın Resülü’nü görme bahtiyarlığını tadamamış olan Havşeb:
– Asla anneciğim, asla öyle bir şey söylemezdim, dedi. (Müsned, VI, 458; el-Fethü’r-rabbanî, XXI, 15-16).
Peygamber Efendimiz’in vefatında daha on üç yaşında bir çocuk olan İbni Abbas‘ın bu husustaki titizliğini takdir etmemek mümkün müdür?
Sevgili okuyucularımız hatırlayacağı üzere, bir gün Peygamber Efendimiz’in sağında İbni Abbas, solunda yaşlı bir adam oturuyordu. Efendimiz’e süt ikram edildi. Kainatın efendisi İbni Abbas’a dönerek:
– Sağda oturduğun için sütü içmek senin hakkın. Ama istersen sütü solumda oturan şu yaşlı amcaya vereyim, dedi.
İbni Abbas tıpkı Esma hanım gibi uyanık sahabilerdendi. Peygamber’in ağzının değdiği yerden içmenin önemini ve insana kazandıracağı hayır ve bereketi pek iyi biliyordu. Peygamberler Sultanı’nın bu teklifini kabul etmedi:
Senden kazanacağım hayır ve bereketi kimselere bağışlayamam, dedi.
Sahabiler’in büyük bir kısmı, Kainatın Efendisi’nin mübarek vücuduyla şereflenen eşyaya dokunmanın insana kazandıracağı hayır, bereket, rahmet ve feyzin farkında idi. Ellerine geçen böyle bir fırsatı mutlaka değerlendirmeye çalışırlardı.
Değerli Hediye
Bir gün Gönüller Sultanı Efendimiz Sakife-i Beni Saide‘ye gelmişti. Burası Medineli müslümanların iki büyük kabilesinden biri olan Hazrecîlerin toplanıp sohbet ettiği bir sofaydı. Zaten sakîfe sofa demektir. Peygamber Efendimiz, hicretten önce müslüman olan ve İslamiyet’e pek değerli hizmetler ifa eden bu değerli insanların sofasına zaman zaman gelip oturur ve böylece onları bahtiyar ederdi. Bu gelişlerinden birinde Resül-i Kibriya Sehl İbni Sa’d‘den su istemişti. Peygamber aşıklarından biri olan Sehl, Efendimiz’e su ikram ettiği ağaç bardağı sakladı. Cihan güneşi dünyaya veda ettikten sonra evine gelenlere o ağaç bardağı gösterir, misafirlerine onurda su ikram ederken, hiç unutamadığı o güzel günün hatırasını yâd ederdi.
Peygamber Efendimiz’in büyük aşıklarından olup Hulefa-yi raşidîn’in beşincisi diye anılan ve ana tarafından Hz. Ömer’in torunu olan Ömer İbni Abdülaziz hazretleri, Medine valisiyken Sehl’in evine gelir, o bardakla su içmekten derin haz duyardı. Birgün Sehl’den bu bardağı kendisine hediye etmesini istedi. Sehl, bu büyük aşığı kırmayıp Peygamber dudağıyla şereflenen bardağı ona hediye etti.
Yıllar önce bir sohbetimizde, Ömer îbni Abdülaziz’in büyük dedesi Hz. Ömer’in Peygamber Efendimiz’den kalan bir yemek tabağıyla nasıl hasret giderdiğini yazmıştık. Firas adlı bir sahabinin Resül-i Zişan Efendimiz’e gelerek yemek yediği tabağı isteyip aldığını, Hz, Ömer’in zaman zaman Firas’in evine giderek, Efendimiz’in mübarek elleriyle şereflenen o tabaktan zemzem içtiğini ve artan suyu yüzüne gözüne sürdüğünü zikretmiştik.
Resül-i Zişan Efendimiz’in insanlar için, özellikle de müslümanlar için ne ifade ettiğini yeteri kadar düşünmeyenler, onun su içtiği bardak veya yemek yediği tabakla teberrük edilmesini yani ondan bereket umulmasını anlamakta zorluk çekebilirler. Kainatın Sahibi bize Resül-i Ekrem’ini tanıtırken, onun “alemlere rahmet olduğunu” söylüyor. Evet, sadece ashab-ı kirama değil, sadece müslümanlara, hatta sadece insanlara da değil, alemlere rahmet… Yukarıdan beri anlattığımız olaylarda, onun ağzının değdiği yere dudaklarını dokundurmaya çalışanlar, Allah’ın Resülü’nün alemlere nasıl bir rahmet olduğunu çok iyi bilen bahtiyarlardı. Onlar gözleriyle görüp elleriyle dokundukları o canlı rahmetin feyiz ve bereketine nail olmayı büyük kazanç bilen ve bu konuda birbiriyle yarışan fazilet avcısı insanlardı.
Yüce Mevlam bizleri, o Rahmet Kaynağı’nın tükenmez feyiz, bereket ve şefaatiyle bahtiyar eylesin. Amin ya Muin.