Denize Dal Desen, Dalarız…
YYaşar Kandemir hocamızın 1993 Aralık ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 094 Sayfa: 024)
Kur’an-ı Kerîm’in birçok âyetinde Allah’a ve Resûlü’ne itaat etmemiz emredilmektedir. Allah ile birlikte Resûlü’ne itaat etmek mü’minlerin en başta gelen görevidir. Ayet-i kerimeler,Cenab-ı Hakk’ın merhametini kazanmak ve doğru yolu bulmak için Resûlullah Efendimiz’e itaat etmek zorunda olduğumuzu bildirmektedir. [Al-i İmran sûresi (3), 132; Nûr sûresi (24), 54].
Allah’a ve Resûlü’ne itaat edip boyun eğmeyi emreden âyet-i kerîmelerden birinin sebeb-i nüzûlü yani âyetin inmesine sebep olan hadise, bir sahabinin Peygamber aşkıyla ilgilidir:
Ensâr dediğimiz Medine’nin yerlilerinden olan Abdullah İbni Zeyd veya bir başka sahabî, bir gün Efendimiz’in meclisine gelip oturdu. Onun hüzünlü hali Peygamber Efendimiz’in dikkatini çekti.
– Hayrola, niçin bu kadar üzgünsün? diye sordu. Abdullah İbni Zeyd:
– Bir mesele zihnimi meşgul etti de onun için, diye cevap verdi.
Resûl-i Kibriya sahabîsini bu kadar üzen problemin ne olduğunu öğrenmek istedi:
– Nedir seni bu kadar düşündüren mesele? diye sordu. Sahabi dedi ki:
– Ya Resûlullah! Canımız isteyince kalkıp yanına geliyoruz. Mübarek yüzüne bakıp ferahlıyoruz. Yarın ahirette sen peygamberlerin meclisine yükselecek, onlarla beraber olacaksın. Biz ise senden, senin sohbetinden mahrum kalacağız!..
Peygamber Efendimiz bu Resûlullah aşığının yanık yüreğine su serpecek yerde, mübarek başını eğip bekledi. Derken Cebrail aleyhisselam, sadece o aşık sahabinin yanık yüreğine değil, daha sonraki çağlarda gelecek müminlerin gönüllerini bir bahar yağmuru gibi yaşama arzusu serpeleyen şu âyet-i kerîmeyi getirdi:
“Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet ihsan ettiği peygamberler, dosdoğru kişiler, şehidler ve iyi mü’minlerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel arkadaştır. [Nisa sûresi (4), 69].
Bu âyet-i kerîme, Allah’a ve Resûlullah’a itaat eden kimselerin, cennette iki Cihan Güneşinin sohbetiyle ısınacaklarını, ayrıca Allah’ın diğer seçkin kullarına komşu olacaklarını müjdelemektedir. O bitip tükenmeyen alemde, peygamber efendilerimizle bir arada olmak, sıddîk dediğimiz iman abideleriyle yanyana bulunmak, o şanlı şehidlerin yakınında oturmak ve o yüksek ruhlu büyük insanların komşusu olmak… Allah’ım ne büyük saadettir…
Peygamber’e itaat ne demek?
Biliyoruz ki, Allah’a itaat, O’nun emrettiklerini yapmak, yasaklarından kaçınmak demektir.
Peygamber’e itaat ise, onun sünnetine uymak, tebliğ ettiği her şeyi benimsemekdemektir.
Allah Teâlâ Peygamber’ine itaat etmeyi, kendisine itaatle bir tutmuştur. Peygamber aleyhisselâm’ın buyruğunu tutmayan, verdiği bir emri uygulamak istemeyen kimse, ona karşı gelmiş sayılır. Böyle bir kimsenin dinle imanla hiçbir ilgisi kalmaz.
Peygamber Efendimiz’in verdiği hükmü kabul etmek istemeyen bir kimseyi Hz. Ömer’in nasıl cezalandırdığını hatırlayalım:
İki kişi Nebiy-yi Muhterem Efendimiz’in huzurunda muhakeme edilmişlerdi. Davayı kaybeden adam Resûlullah’ın verdiği hükme razı olmayıp davalarına Hz. Ömer’in bakmasını istedi. Bunun üzerine davalı ile davacı Hz. Ömer’in evine varıp durumu anlattılar. Onları dinleyen Hz. Ömer, biraz beklemelerini söyleyerek içeri girdi ve kılıcını kuşanıp geldi. Hz. Peygamber’in verdiği karara razı olmayan, davamızı Ömer halletsin diyen adama dönerek:
– Resûlullah’ın verdiği hükme razı olmayanın alacağı hüküm budur, dedi ve kılıcını indirdi. Peygamber hükmüne itiraz eden herif kanlar içinde yere yuvarlanırken, öteki adam Resûlullah Efendimiz’in yanına koştu ve olayı haber verdi.
Bu hadiseye üzülen Efendimiz:
– Ömer’in bir mü’mini öldüreceğini sanmazdım, buyurdu. Çok geçmeden Nisa sûresinin 65. âyeti nazil oldu. Ölen kimsenin kanını heder eden ve Hz. Ömer’i temize çıkaran âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyuruyordu:
“Hayır öyle değil. Rabbine yemin ederim ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem kabul edip sonra da verdiğin hükümden dolayı gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana bütün varlıklarıyla teslim olmadıkça, iman etmiş sayılmazlar”.
Sizi Öyle Görmeyeyim
Resûlullah Efendimiz, istikbalde olacak bazı hadiseleri, Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla haber vermiştir. Bu haberlerden biri, Resûlullah’a itaat etmeyen bazı kimselerle ilgili: Buna göre ileride bazı kimseler rahat koltuklarına yan gelip oturacaklar, kendilerine bir hadîs-i şeriften söz edilince, “biz Allah’ın kitabına bakarız; onda birşeyi helâl diye görürsek onun helâl olduğunu, haram diye görürsek onun haram olduğunu kabul ederiz” diyeceklerdir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine bu olayı haber verdikten sonra “sakın ha, sizi öyle görmeyeyim”diye uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır:
“Şunu iyi bilin ki, Resûlullah’ın haram kıldığı birşey, tıpkı Allah Teâlâ haram kılmış gibidir” (Ebû Davûd, Sünnet 5; Tirmizî, ilim 10; İbni Mâce, Mukaddime 2).
Demek ki Hz. Peygamber’in verdiği hükümler mü’minleri bağlayıcıdır. Mü’minim diyen bir kimsenin o hükme itiraz hakkı yoktur. Bir zamanlar Hariciler ve Rafiziler Peygamber Efendimiz’in verdiği hükmü kabul etmezler, her şeyi Kur’an’da aramaya çalışırlardı. Bugün de aynı zihniyete sahip kimseler zaman zaman ortaya çıkmakta ve hadisleri bir yana atarak her şeyi Kur’an’da aramaya kalkmaktadır.
Mü’min olduğunu söyleyen kimse, “bir hüküm Kur’an’da varsa tamam, yoksa hadisler bizi bağlamaz”, diye konuşamaz. Zira şu hadis-i şerif böyle konuşmaya manidir:
“Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur” (Buharî, Cihad 109; Müslim, İmare 32, 33).
Bunun böyle olduğu gün gibi aşikardır, insan bu sonuca akıl yoluyla da varabilir. Öyle ya Allah Teâlâ “Peygamber’ime itaat edin!” buyurduğuna göre, Peygamber’e itaat etmeyen kimse Allah’a karşı gelmiş olmaz mı?
Nasıl Uygun Görürsen
Peygamber’e itaatin en güzel örneklerini ashab-ı kiram ortaya koymuştur. Onlar Resûl-i Muhterem Efendimiz’in emirlerine kayıtsız şartsız uyar, onun öl dediği yerde ölmeyi en tabii görev bilirlerdi. Sa’d İbni Muaz hazretlerinin sözlerinde bunun güzel bir örneğini görmekteyiz:
İslam askerleri Bedir Gazvesi’ne giderken, Mekkeli müşriklere ait kervanın kaçıp kurtulduğu haberi alınmıştı. O zaman bazı müslümanlar Medine’ye dönmenin daha uygun olacağını düşündü. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz, ashab-ı kiram’ın görüşlerini almak istedi. Ensar adına söz alan Sa’d İbni Muaz ayağa kalkarak şunları söyledi:
-Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik. Bize getirdiğin dinin hak olduğunu bütün varlığımızla kabul ettik. Seni dinleyip itaat etmek üzere sana söz verdik.
Ya Resûlallah! Nasıl uygun görürsen öyle yap. Biz seninle birlikteyiz. Seni hak din ile ve Kur’an-ı Kerîm ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarız…”
Resûl-i Ekrem Efendimiz’e böylesine derin bir imanla bağlı olan Sa’d İbni Muaz vefat ettiği zaman, Peygamber aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz, “Sa’d’ın ölümüne duyduğu sevinçten Arş-ı a’la’nın titrediğini” haber verdi. Ona kavuşmaktan dolayı Arş-ı a’la’yı sevince garkeden şey, şüphesiz Sa’d’ın derin imanı, Allah’a ve Peygamber’ine kayıtsız şartsız ita-atıydı. Demek ki Allah’a ve Peygamber’ine gönülden bağlanan, onların buyruklarına itaat eden kimselere kudsî varlıklar bile hayranlık duyuyor. Şu denli dünyanın bağından kurtulup ahiret yolunu tutan gerçek mü’minlere kavuşmak, melekleri bile sevindiriyor.
Peygamber’e itaatin en güzel örneklerinden bir diğerini, Efendimiz’in şair sahabisi, şehid kumandan Abdullah İbni Revaha hazretlerinde görmekteyiz. Bir gün Abdullah İbni RevahaMescid-i Nebevi’ye gidiyordu. Mescid’in kapısına yaklaşırken Resûlullah Efendimiz’in sahabilere:
– “Oturun” diye emrettiğini duydu. Abdullah birkaç adım daha atıp içeri girecek yerde Mescid’in avlusuna çöküverdi. Efendimiz’in konuşmasını oradan dinledi.
Abdullah İbni Revaha’nın bu halini Peygamberler Sultanı’na anlattıkları zaman, Efendimiz onun bu davranışını takdir buyurdu ve ona:
– “Cenabı Hak kendisine ve Resûlü’ne itaat arzusunu artırsın” diye dua etti.
Cehennem azabını en acı şekilde tadan kafirler gibi, binbir pişmanlık içerisinde “Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere itaat etseydik” [Ahzab sûresi (33), 66] diye hayıflanmak kimseye fayda vermeyecektir.
Bir kimse “ben cennete girmek istemiyorum” diyorsa, onun Peygamber aleyhisselam’a itaat etmesine elbette gerek yoktur. Bunu Kainatın Efendisi ne güzel anlatmıştır. Buyurdular ki:
– “İstemeyenler müstesna, bütün ümmetim cennete girecektir”.
Ashab-ı kiram hayretle:
– Ya Resûlallah, cennete girmeyi kim istemez? dediler. Şah-ı Cihan aleyhi salavatü’r Rahman Efendimiz şöyle buyurdu:
– “Bana itaat eden cennete girer. Bana karşı gelen cennete girmek istemiyor demektir” (Buhari, İ’tisam 2).
Ya Rabb! Bizler senin cennetini istiyoruz. Orada senin cemalini görmeyi, Resûlü’nün gül yüzünü seyreden bahtiyarlar mertebesine ermeyi arzu ediyoruz. Sana ve Resûlü’ne gönülden itaat etmeyi bizlere nasib eyle Allah’ım!..