Civarına Sığınmak
YYaşar Kandemir hocamızın 1990 Ağustos ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 054, Sayfa: 020)
Dünya çoğu zaman bizi bir ahtapot gibi sarıp kuşatır. Bin bir cazibesiyle oyalar, sarhoş eder. Niçin yaşadığımızı ve neler yapmak zorunda olduğumuzu unutturur. Bize en çok unutturduğu ise, her mü’minin aynı zamanda bir mürşid olduğu, gönlündeki iman ışığı ile etrafını aydınlatmak mecburiyetinde bulunduğu gerçeğidir. Nefesimizi kesercesine bizi sarıp sarmalayan bu ahtapotun kollarından kurtulmanın, diğer bir ifadeyle gafletten uyanıp kendimize gelmenin yolları vardır. Bu yollardan biri, hayalen de olsa Asr-ı saadet’e, Resulullah’ın civarına sığınmaktır. Onun ve etrafındaki yıldızların ruhaniyetinden güç alarak kendi dünyamıza yepyeni bir azimle dönmek ve görevlerimizi taze bir şuurla ifa etmektir. Nebiy-yi ekrem efendimizin etrafındaki yıldızlardan biri olan Tufeyl b. Amr’ın ibretli macerası, bizi yeniden kendimize getirecek güzelliktedir.
KULAĞI PAMUKLU ADAM
Tufeyl Devs kabilesindendi. Sadece kabilesinin değil, diğer Arapların da ileri gelenlerinden biriydi. Cömertliği sebebiyle çok takdir edilirdi. Şair olması ona ayrı bir değer kazandırmıştı.
Efendimiz’in İslamiyeti yaymaya çalıştığı günlerden birinde Mekke’ye geldi. Mekke’nin eşrafı onu misafir etti; şerefine ziyafet verdi. Yenilip içilirken başlarındaki sıkıntıdan da söz ettiler:
– İçimizden bir adam çıktı. Peygamber olduğunu söyleyerek babayı oğuldan, kardeşi kardeşten, karıyı kocadan ayırmaya başladı. Sihirli sözleri var. Aman sen sen ol da, ona yaklaşma. Aksi halde seni de büyüleyebilir, dediler. Bu sözlerin bir hayli tesirinde kalan Tufeyl:
– Canım ben de kulağıma pamuk tıkarım, dedi.
Ertesi gün Kabe’yi ziyarete giderken, orada Hz. Peygamber’le karşılaşabileceğini düşünerek kulağını pamukla tıkadı. Onu bu durumda gören bazıları “kulağı pamuklu adam” diye gülümsediler.
Resul-i kibriya efendimiz Kabe’ye Tufeyl’den daha önce gelmişti. Etrafındakilere Kur’an-ı Kerîm okuyordu. Kulağındaki pamuklar sebebiyle hiçbir şey duymayan Tufeyl kendi davranışını yadırgadı. “Yahu ben iyiyi kötüden ayırmaktan aciz bir adam mıyım da böyle kulak tıkıyorum. Sözün iyisini kötüsünden ayıracak bir kudrete sahibim. Bu zatın ne dediğini önce bir dinlemeliyim. İyi şeyler söylüyorsa, onu takdir ederim. Söyledikleri akıl karı değilse, ben de ona aldırış etmem” diye düşündü. Sonra da kulağındaki pamukları çıkarıp attı.
Resul-i kibriya’nın mübarek ağzından çıkan Allah kelamının bambaşka bir tesiri vardı. Söz ustası şair Tufeyl, şimdiye kadar böylesine güzel bir söz duymadığını düşündü. Bütün ruhunu o güzel sözlere açtı. Kur’an-ı Kerîm’e hayran kaldı. Sonrada Peygamber efendimizin peşine takıldı. Evine vardı. Mekkelilerin kendine neler dediğini, kendinin neler yaptığını bir bir anlattı. Müslüman olmak istediğini söyledi. Kelime-i şehadet getirerek ebedî kurtuluşu kazandı. Son derece bahtiyar olduğunu hissetiği o anda kabilesi halkını, annesini, babasını, oğlunu hatırladı. Kendisi kurtulmuştu ama, onlar hala küfrün karanlığında bocalamaktaydı. Buna, taptaze iman dolu gönlü razı olmadı. Sonsuz saadeti onlarla birlikte tatmak istedi. Resul-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yalvarırcasına baktı:
– Ya Resulallah! Yarın kabileme döneceğim. Halkım arasında itibarlı biri olduğum için onları Allah’ın dinine davet etmek istiyorum. Umarım Rabbim halkıma da hidayet nasib eder. Onlar da kurtuluşa erer. Senden bir istirhamım var. Cenab-ı Hakk’a dua et de, bana işimi kolaylaştıracak bir alamet versin, dedi. Fahr-i kainat efendimiz de ona dua etti.
KAMÇIDAKİ NUR
Tufeyl Mekke’den ayrılıp Devs’in yolunu tuttu. Köyüne yaklaştığı sırada hava kararmıştı. Birden alnının ortasında bir nur peyda oldu. Yıldız gibi parlıyor, yolunu aydınlatıyordu. Bu onun İslamiyeti kolayca yaymak için istediği alametti. Bu büyük lütfundan dolayı Allah’a şükretti. Fakat içini bir endişe kemirmeye başladı. Kendine inanmayacak olanlar, bu ilahî lütfü aleyhinde kullanabilir, “Tufeyl dinini bıraktığı için çarpılmış” diyebilirlerdi.
– Allahım! Bu nur başka bir yerde görünsün, diye yalvardı. Nur kamçısının uçunda fener gibi parıldamaya başladı..
Eve varınca babasıyla karşılaştı:
– Benden uzak dur baba! Artık birbirimizle hiçbir ilgimiz yok. Ben müslüman oldum ve Muhammed’in dinine girdim, dedi.
Babası onun bu sert tavrına hayret etti:
– Yavrum! Sen hangi dinden isen ben de o dindenim dedi.
– Öyleyse git, yıkan, temiz bir elbise giyerek gel, dedi. Annesi ve karısıyla da aynı şekilde konuştu. Onlar da boy abdesti alarak geldiler ve kelime-i şehadet getirerek müslüman oldular.
Ertesi gün Devs halkım topladı. Onlara İslamiyeti anlattı. Müslüman olmalarını, ebedî saadete ermelerini istedi. Günlerce, haftalarca uğraştı. Fakat kimseyi kazanamadı. Neden başarılı olamıyordu? Acaba İslam’a davet tarzında bir kusur mu vardı? Tufeyl kendinde bir kusur göremedi. Bütün suç anlayışsız kavmindeydi. Tufeyl onlara karşı nefret doluydu. Tekrar Mekke’ye, Hz. Peygamberin yanına gitti. Devslilerin İslamiyeti kabul etmediklerini, Allah’a ve Resulü’ne karşı geldiklerini zina ile faizle uğraşıp durduklarını anlattı. Sonrada:
– Onlara beddua et, ya Resulallah! diye sözlerini bitirdi.
PEYGAMBERİN DUASI
Hz. Peygamber Kabe’ye yöneldi. Ellerini kaldırdı; dua etmeye başladı. Ashab-ı kiramın içini derin bir korku kapladı. Devs halkı mahvoldu, dediler. Bu sırada Hz. Peygamber’in şefkat ve merhamet dolu sesi duyuldu.:
“Allahım! Devs halkını doğru yola ilet! Onları bize getir!” diyordu. Sonra da Tufeyl’e döndü:
– Şimdi kavminin yanına dön! Onları İslamiyete davet et! Ama kendilerine yumuşak davran! buyurdu.
Tufeyl kabilesine döndü. Hz. Peygamber’in emrettiği şekilde daha bir şefkatle ve anlayışla onlara yaklaşmaya başladı.
Aradan aylar yıllar geçti. Hz. Peygamber Medine’ye hicret etmiş, Bedir, Uhud, Hendek savaşları yapılmıştı. Tufeyl yılmadan, söylediklerimi kabul etmiyorlar diye kızmadan, öfkelenmeden irşad görevine devam etti. Nihayet Resul-i kibriya efendimiz Hayber Fethi ile meşgul olduğu sırada, kabilesinden yetmiş veya seksen yahut doksan aile ile birlikte Medine’ye hicret etti. Yanında kabilesinin en şöhretli sahabisi, Hz. Ebu Hüreyre de vardı. Hayber’in fethine onlar da katıldılar.
BAŞARININ SIRRI
Tufeyl b. Amr’ı ilk zamanlar bu hidayet mücadelesinde başarısız kılan neydi? Halbuki elinde doğruluğunu, ilahî bir desteğe sahip olduğunu açıkça gösteren bir nur, gönlünde de onların hidayetini arzu eden coşkun bir samimiyet vardı. Bir mürşidi başarıya götürecek bu iki önemli güç ve destek yine de yetmedi. Demek ki Tufeyl’de eksik olan, Resul-i muhterem (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Kendilerine yumuşak davran!” diye özellikle uyardığı sıcaklıktı. Annesine, babasına ve karısına bile müslüman olduğunu haşin bir tavırla söylemişti. Ama onlar karakterini iyi bildikleri ve belki de en önemlisi onu sevdikleri için kendisine gücenmemişlerdi. Fakat diğer insanlara yaklaşmanın, onların gönüllerine girmenin yolu tatlı dilli, güler yüzlü olmaktı. Bir mürşidin en önemli özelliği, samimiyet ve ihlasla birlikte insanlara batan, onları ürküten soğuk tavırlardan kaçınmaktı.
Yunus Emre ne güzel söylemiştir:
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz
Aziz kardeşlerim! Bu görevimizi hiç unutmayalım. Sık sık yeniden hatırlayalım. Evet her müslüman bir mürşiddir. Her müslüman Allah Teala’nın yeryüzündeki halifesidir. Onun güzel dinini kullarına anlatmak, içinde bulunduğumuz aydınlığa henüz erememiş kimselere yardımcı olmak hepimizin görevidir. Peygamber efendimizin Hz.Ali’ye söylediği o şahane düstur, hepimizin hayat prensibi olmalıdır:
“Senin elinle bir kimsenin doğru yolu bulması, dünyalara bedeldir.”
Bugün başta yakınlarımız, akraba ve hısımlarımız, konu komşumuz olmak üzere bütün insanlık bizim samimi ve sıcak bir tavırla kendilerine yaklaşmamızı, bilmedikleri güzellikleri kendilerine anlatmamızı bekliyor. Ne kadar müstağni görünürse görünsün, bütün insanlar, bütün hasta gönüller İslam’ın şefkatine, sevgisine ve şifasına muhtaçtır. İslam’ı onlara götürmek. İslam ile tanışıp kucaklaşmalarına yardımcı olmak da bizim görevimizdir. Ama tıpkı Efendimizin yaptığı gibi tatlı dille, güler yüzle…