Bu Bizim Hikayemiz
YYaşar Kandemir hocamızın 2003 Ağustos ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 210 Sayfa: 028)
Yüce Rabbimiz, kullarına olan muhabbeti sebebiyle, onlara sonsuz bir hayat hazırladı. Bu sonsuz hayatta zevk ve safâ içinde yaşamalarını istedi ve cenneti yarattı; bu güzellik ülkesini sayısız nimetlerle donattı. Bu nimetlerin benzerlerini tatmaları ve kendilerine bu kadar değer veren Rablerini tanımaları için onları dünyaya gönderdi.
Onlara bir iyilik daha yaptı. Kendilerini sonsuzluk diyarına götürecek rehberler gönderdi. En çok sevdiği son rehbere Kur’ân-ı Kerîm adlı bir yol haritası, bir kılavuz kitap verdi. “Bunu iyi okursanız, yolunuzu şaşırmadan bana gelirsiniz” dedi.
Bu uzun sonsuzluk yolculuğunun huzurlu ve neşeli geçmesi için belli mesafelere “Ruh dolum tesisleri ve bakım istasyonları” koydu. Otomobilleriyle seyahat edenlerin belli aralıklarla yakıt almaları gibi, bu yolculukta belli mesafelere namaz istasyonları, oruç istasyonları, dua ve zikir istasyonları gibi tesisler yaptı. Bu mânevî bakım ve dolum tesislerinde kullarının devamlı surette kendilerini yenilemelerini sağladı.
Esasen nerede, ne zaman durup nasıl yenilenmek gerektiği yol haritasında kısaca işaretlenmişti. Ama Rehberimiz Efendimiz, adına sünnet ve hadis denen açıklamalarıyla yol haritasını doğru anlamamızı sağladı.
Bir Misâl
Misâl mi, işte size namaz. Elimizdeki kılavuz kitapta “bakım ve dolum tesislerinde namaz kılarak kendimizi tazelememiz” emrediliyordu; ama namazı nasıl kılacağımız hakkında orada en küçük bir açıklama yoktu. Çünkü Yüce Rabbimiz, kılavuz kitabımızı bu tür izahlarla doldurmak istememiş, açıklamayı ve uygulamayı sevgili peygamberine bırakmıştı. O da bize namazı nasıl kılacağımızı öğretti.
İnsanoğlu yol boyunca gördüğü, beğendiği şeyleri alıp arabasına doldurmaya pek meraklıydı. Ama bu ağırlıklar otomobilin süratine engel oluyordu. Onların zaman zaman kargo istasyonlarına verilmesi gerekiyordu. Yüce Rabbimiz yol boyunca zekât ve sadaka istasyonları koymuştu. Peygamber Efendimiz, arabamıza yük olan bu ağırlıkları, daha sonra bize getirecek olan kargo istasyonlarına nasıl teslim edeceğimizi öğretti.
Bedenimizi de lüzumsuz gıdaların deposu haline getirerek ruhumuzu maddeye esir ediyorduk. Vücudumuzu ve ruhumuzu bu ağırlıklardan kurtarmak için de yol boyunca oruç istasyonları konmuştu. Sevgili rehberimiz bize oruçla ruhumuzu nasıl kurtaracağımızı belletti.
Kısacası Peygamber Efendimiz nerede, ne zaman, ne yapmamız gerektiğini bize uygulamalı olarak öğretti. İşte hadis ve sünnet böyle meydana geldi.
İmdi
Sonsuzluk yolunun sevgili yolcuları!
Bir yere seyahat ederken kaptanımızın uyarılarını can kulağıyla dinleriz. “Yanınıza şunu alınız; yol boyunca şunu yapmayınız” dediği vakit sözlerini titizlikle uygularız.
Öyleyse ömrümüzde bir defa yapacağımız bu yolculukta da Rehberimiz’in uyarılarına kulak vermeliyiz. Şunu da çok iyi bilmeliyiz: Onun bize verdiği öğütleri kendisine Allah Teâlâ öğretmiştir. Allah Teâlâ’nın onayından geçmeyen hiçbir şeyi Peygamberimiz bize öğretmemiştir.
Hal böyle olunca, bir konuda “Resûl-i Ekrem şöyle buyuruyor” dendiği zaman durup onu dinlemeli ve alıp uygulamalıyız. Tıpkı ashâb-ı kirâm gibi. Onların Peygamber Efendimiz’i adım adım izlediği gibi.
Bir gün Hz. Ali efendimize, halife olduğu günlerde bir binit getirdiler. (Sevgili kardeşlerim, şimdi kendinizi Hz. Ali, binitin de otomobil olduğunu farzediniz). Hz. Ali üzengiye ayağını atınca “Bismillâh” dedi. Hayvanın üzerine oturunca “Elhamdülillâh” dedi. Ardından şu âyet-i kerîmeyi okudu:
“Sübhânellezî sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn ve innâ ilâ rabbinâ lemünkalibûn: Bu nimeti bize veren Allah ne yücedir. O olmasaydı biz bunu elde edemezdik. Biz elbette Rabbimiz’e geri döneceğiz” (Zuhruf 43/13-14).
Sonra üç defa “Elhamdülillah”, üç defa da “Allahü ekber” dedi. Ardından:
“Allahım!
Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Ben kendime çok zulmettim.
Beni bağışla.
Günahları bağışlayacak yalnız sensin”
diye dua etti ve güldü.
– “Ey mü’minlerin emîri! Neye güldünüz?” diye sordular. Şunları söyledi:
– “Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem benim yaptıklarımı aynen yapmış, sonra da gülmüştü. O zaman “Yâ Resûlellah! Neye güldünüz?” diye sormuştum. Şöyle buyurmuştu: “Bir kul ‘Allahım, günahlarımı bağışla!’ diye yalvardığı zaman, kâinatın Rabbi ‘Kulum, günahları benden başka kimsenin bağışlamadığını biliyor’ diye memnun ve hoşnut olur” (Ebû Dâvûd, Cihâd 74; Tirmizî, Daavât 46).
İşte ashâb-ı kirâm böyleydi. Resûl-i Ekrem’de ne görmüşlerse, o hareketin fotoğrafını çekiyormuş gibi, en küçük ayrıntısına varıncaya kadar benimser, aynını yapmaya çalışırlardı.
Dinî bir konuda “Bana göre şöyle olmalıdır” demezlerdi. Din meydanında sesi duyulacak tek yiğitin Allah’ın Resûlü olduğuna bütün varlıklarıyla inanırlardı. “Canım benim de aklım var, az çok ben de bilirim” demezlerdi. Aklın sâhasının dar ve sınırlı olduğunu kabul ederlerdi. Dinin, aklın sınırlarını aşan ve onu fersah fersah geride bırakan bir hikmetler sâhası olduğuna iman ederlerdi.
Hikmetli sözleriyle ünlü Hz. Ali bu meseleyi pek güzel ifade etmişti:
“Eğer din akılla belirlenen bir şey olsaydı, mestin altını meshetmek, bana göre üstünü meshetmekten daha uygun olurdu. Ama ne yapayım ki ben Resûlullah’ın mestin altını değil üstünü meshettiğini gördüm” demişti (Ebû Dâvûd, Tahâret 63; Ahmed b. Hanbel,Müsned, I, 95).
Hz. Ali böyle derdi de, onun aziz arkadaşı Hz. Ömer farklı mı düşünürdü. Hayır, o da öyle düşünürdü. Bir gün Hz. Ömer Hacerülesved’i öpmeden önce ona şöyle hitap etmişti:
“Bilirim ki, sen bir taşsın. Ne faydan dokunur, ne zararın. Eğer Resûlullah’ın öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim” (Buhârî, Hac 50, 60; Müslim, Hac 249-251).
İşte onlar böyleydi. Bir konuda Rehberimiz Efendimiz bir şey yapmış veya söylemişse, onun aksini yapmayı akıllarından bile geçirmezlerdi. Zaten Allah Teâlâ çıkar yolu göstermiş,“Peygamber size ne verdiyse onu alınız, size neyi yasakladıysa ondan da uzak durunuz” buyurmuştu (Haşr 49/7). Allah’ın emri ortadayken başka ne yapılabilirdi ki…
Onun İzinde Gitmek
Sözü şöyle bağlayalım: Hepimiz birer cennet yolcusuyuz. Yapmakta olduğumuz bu yolculuğu ciddiye almalıyız. Şimdilik şöyle yapayım da, bir başka sefere böyle yaparım deme imkânına sahip değiliz.
Bu yolculuk bir defa yapılacağına göre, rehberimize iyi kulak vermeliyiz; sözlerini, açıklamalarını, uygulamalarını dikkatle izlemeliyiz; attığımız her adımı onun izine denk düşürmeye çalışmalıyız. Allah Teâlâ bizden bunu istemektedir.
Adımını Peygamber’in izine denk düşüren kurtulur.
Peygamber’in izince gidenleri izleyenler de kurtulur.
Ana cadde işte budur.
Ana caddeyi bırakıp keçi yollarına sapanlar, sonsuza kadar pişman ve perişan olurlar.
Yüce Rabbim hepimize Sevgili Rehberimiz’in izinde yürümeyi nasîb ü müyesser eylesin. Âmîn, velhamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn.