Böyle Bir Eğitim İstiyoruz
YYaşar Kandemir hocamızın 1997 Eylül ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 139 Sayfa: 024)
Kullarını çok seven Allah Teâlâ onların mükemmel bir ahlâka, üstün bir edebe sahip olmalarını istedi. Ama insana edep öğretmek kolay iş değildi. Edep ve ahlâk öğretmek için gözle görülen, elle tutulan, davranışları örnek alınan bir modele ihtiyaç vardı. İnsanlara ahlâk modeli olması için en çok sevdiği kulunu, Resûl-i Ekrem’ini yarattı. Onun eğitimini üstlendi. Kendisini çocukluğundan itibaren himâyesine aldı. Körpecik gönlüne bütün edepsizlikleri kötü gösterdi. Tertemiz kalbinin ahlâk ve edep dışı hareketlere ilgi duymasına fırsat vermedi. Bu sebeple Efendimiz, ahlâksızlığın tabii karşılandığı bir memlekette, gün yüzü görmemiş bir genç kız iffetine sahip oldu. Cenâb-ı Mevlâ’nın kullarına uygun gördüğü, onlarda görmek istediği ahlâk işte bu idi. Bizzat eğitip yetiştirdiği Resûlü istediği ahlâk kıvamına gelince onu peygamber olarak görevlendirdi ve kullarına şöyle demesini emretti: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” [Âl-i İmrân (3), 31]. Demekki gerçek sevgi, sevileni mükemmel bir edebe sahip kılmayı, onu Peygamber ahlâkıyla eğitmeyi gerekli kılmaktadır.
Çocuklarımızı Seviyoruz
Biz çocuklarımızı çok seviyoruz. Onların bize Allah emaneti olduğunu biliyoruz. Tertemiz gönüllerinin kötülüklerle kirlenmesini, çirkinliklerle bozulmasını arzu etmiyoruz. Yüce Rabbimiz İki Cihan Güneşi Efendimiz’in en üstün ahlâka sahip olduğunu söylediği, bizim de öyle olmamızı istediği için yavrularımızı Peygamber ahlâkıyla yetiştirmek istiyoruz.
Bizim Peygamberimiz insanların hoşuna gidecek parlak sözler söyleyen, fakat bu tavsiyelerini yaşamayan biri değildi. O, “Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” [Saf sûresi (61) 2] âyetini getiren bir Peygamber olarak insanlardan istediği faziletleri bizzat yaşardı. Zira o, canlı bir Kur’an’dı. İşte bu sebeple biz çocuklarımızın Peygamberimize benzemesini istiyoruz.
* Bizim Peygamberimiz kıyamet gününde Allah’ın huzurunda mahcup olmanın endişesini taşır,daha dünyada iken hesabını âhirete göre yapardı. Çok değerli bir sahâbî olan Osman İbni Maz’ûn vefat ettiği gün ashâb-ı kirâmdan biri onun Allah’ın lutfuna nâil olduğunu söyledi. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu sözü doğru bulmadı. “Allah’ın ona ikrâm edeceğini nereden bildin? Ben de onun için hayır niyâz ediyorum. Allah’ın Peygamber’i olduğum halde vallahi bana nasıl muamele edileceğini bilmiyorum” (Buhârî, Cenâz 3) diyerek, hiç kimsenin kendi âkıbetinden emin olmaması gerektiğini öğütledi. Bu sebeple biz, dünya ile âhireti birlikte kucaklayan, daha dünyada iken âhiretin hesabını yapan nesiller yetiştirmek istiyoruz. Hayatı dünyadan ibaret gören, sadece bugünü düşünen, dünya için âhireti satan eyyâmcı nesiller istemiyoruz. Hesabını âhirete göre yapmayanların gözü dönmüşlüğü gözümüzü korkutuyor. Kaybolan nesillerimize ağlıyor, yenilerini kaybetmek istemiyoruz.
* Bizim Peygamberimiz Allah’tan hem korkar hem de O’nu severdi. Allah’a duyduğu sevgiyi ibadetle ifade ederdi. Bazan ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Onun bu haline üzülüp de, ?kendini bu kadar yorup yıpratma’ diyen arkadaşlarına, “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” diye karşılık verirdi (Buhârî, Tefsire sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81). Namaz kılmaktan derin haz duyan ve bu hazzını “Namaz gözümün nûru kılındı” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 128) diye ifade eden Efendimiz, “Ben Allah’ı seviyorum” demenin yetmediğini, sevgiyi ibadetle ispatlamak gerektiğini gösterdiği için, biz de Allah’a bağlılığını ibadetle ifade eden ve ibadetten zevk alan yavrular yetiştirmek istiyoruz. İbadetten kopuk insanların mutsuzluğu içimizi yakıyor. Çocuklarımızı, torunlarımızı bedbaht görmek istemiyoruz.
* Bizim Peygamberimiz Allah’a derin bir iman ile güvenirdi. Başına gelen sıkıntılar, acılar, ıstıraplar Allah’a olan güven ve tevekkülünü azaltmazdı. Başarısız olmak onun azmini sarsmaz; korku, endişe ve ye’se düşürmez, doğru bildiği yoldan döndürmezdi. Zira ?başına gelecek bir sıkıntının, o daha yaratılmadan önce Allah tarafından yazıldığına’ [Hadîd sûresi (57), 22] iman ederdi. Peygamberliğin ilk yıllarında İslâm düşmanlarından çok çekti. Onun adına üzülen amcası Ebû Tâlip, “Gel bu işten vazgeç, yeğenim!” diye ısrar etti. Ama o “Allah beni yalnız bırakmayacaktır” diyerek sarsılmaz bir imanla doğru bildiği yolda ilerledi. Hicret gecesi evini kuşatan eli kılıçlı infaz timinin arasından, başı dimdik yürüyüp gitti. O anda, onun sıcacık yatağında, Peygamber terbiyesiyle yetiştiği için Allah’a sarsılmaz bir güven ve tevekkülle bağlı yirmi iki yaşında bir genç, dışarıdaki gözü dönmüşlere aldırmadan gönül huzuru ile mışıl mışıl uyumaktaydı. İşte bu sebeple biz yavrularımızın Allah’a tam bir güven içinde yetişmelerini, başarısızlığa uğrasalar bile korku, endişe ve ye’se kapılmamalarını sağlayacak bir eğitimle yetişmelerini istiyoruz.
* Bizim Peygamberimiz doğru sözlüydü. Onun bu vasfını düşmanları bile kabul ederdi. Peygamberliğini ilân ettiği zaman onu çeşitli bahânelerle suçlayanlar kendisine asla yalancı diyemedi. Ebû Cehil bile ona ?Ben sana yalancısın demiyorum. Ama ben bütün söylediklerini doğru bulmuyorum’ demişti. Allah’ın Resûlü kendi kabilesini İslâm’a çağırdığı zaman onları bir araya toplamış, “Size şu dağın arkasından düşman atlılarının gelmekte olduğunu söylersem bana inanır mısınız?” diye sormuş, hepsi birden “Evet, hepimiz inanırız. Çünkü sen ömründe yalan söylemedin!” demişlerdi. İşte bu sebeple biz çocuklarımızın doğruluğu, dürüstlüğü böyle bir Peygamber’den öğrenmelerini, onun gibi doğru sözlü, doğru özlü olmalarını istiyoruz. Yalanın en büyük sermaye olduğu, yalancının el üstünde tutulduğu günümüzde çocuklarımızın yalandan ve yalancıdan nefret eden faziletli birer şahsiyet olmalarını diliyoruz.
* Günümüzde insanlar ahde vefayı unuttu; verdiği sözde durmaz oldu. Vefakârlığa değer verenleri aptal, beceriksiz, iş bilmez adam olarak görmeye başladı. Halbuki ilâhî kitabımız“Verdiğiniz sözü ve yaptığınız antlaşmayı yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir” [İsrâ sûresi (17), 34] buyurduğu için Resûl-i Ekrem Efendimiz, ahde vefâyı, sözünde durmayı çok önemli görürdü. Ebû Süfyân henüz müslüman olmadan önce Suriye’de Bizans kıralı Herakliyus‘un Peygamber Efendimiz hakkındaki sorularını cevaplarken onun bu konudaki sorusunu “O, verdiği bir sözün aksini hiçbir zaman yapmamıştır” diye cevaplandırmıştı. Huzeyfe İbni Yemân ile babası Bedir Gazvesi’nden önce müslüman olmuş, Bedir savaşının yapılacağını duyunca, Resûlullah’ın yanında yer almak üzere Medine’ye doğru yola çıkmışlardı. Fakat müşrikler onları yakalamış ve bu savaşa katılmamak üzere kendilerinden söz almışlardı. Baba ile oğul Peygamber aleyhisselâm‘ın yanına gelip durumu anlatınca, Allah’ın Resûlü onlara kâfirlere verdikleri sözde durmalarını söyledi ve İslâm tarihinin bu en önemli savaşına katılmalarına izin vermedi. Evet, bugün sözünde durmanın bir meziyet sayılmadığını görüyor, çocuklarımızın geleceği için endişe ediyoruz. Sözünde durmamanın münafıklık olduğunu bilmelerini, dürüstlüğü, ahde vefâyı Peygamberlerinden öğrenmelerini istiyoruz.
* Bizim Peygamberimiz fakirlere, yaşlılara değer veren bir insandı. Onun bu hali bir hıristiyan olan Adî İbni Hâtim‘i hayretler içinde bırakmıştı. Çünkü o Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bir kral gibi yaşadığını düşünüyor, insanlara bir kral gibi davrandığını zannediyordu. Kabilesinin ileri gelenleriyle birlikte Hz. Peygamberle konuştukları sırada Resûlullah’ın yaşlı bir kadının isteği üzerine konuşmayı kesip onun yanına gittiğini gördükten sonra, böylesine mütevâzi ve halîm bir insan hükümdar olamaz, diye söylendi, daha sonra da müslüman oldu. Halbuki Efendimiz istese krallar gibi yaşardı. Ama o böyle bir hayatı hiç istemedi. Herkesten daha sade yaşar, fakirlerin evine gider, onların hatırını sorar, kölelerle aynı sofrayı paylaşırdı. Kendisini ilk defa gördüğü zaman duyduğu heyecan sebebiyle titreyen birini “Arkadaş! Titreme. Ben bir kral değilim. Ben Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” diyerek sâkinleştirmişti. Biz bugün tevâzuun unutulduğunu, bu asil davranışın aptallık kabul edildiğini, mütevâzi kimselerin küçümsendiğini, onlarla adeta alay edildiğini görüyoruz. Allah’ın bizden istediği, Resûlullah’ın örneklerini ortaya koyduğu hayata tamamen ters olan bu gidiş bizi korkutuyor. Biz çocuklarımızın böyle olmasını istemiyoruz. Onların Peygamber aleyhisselâm gibi mütevâzi, fakirlere, yaşlılara değer veren, hatır gönül bilen insanlar olarak yetişmelerini istiyoruz.
Sözün kısası Peygamber Efendimiz bizim ahlâk modelimizdir. Allah Teâlâ onu bize örnek olarak göndermiştir. Bir müslümanın ancak böyle bir hayat tarzıyla, böyle bir dünya ve âhiret görüşüyle mutlu olabileceğine inanıyor, yavrularımızı iki cihanda mutlu görmek istiyor ve bu sebeple onlar için İslâmî eğitim istiyoruz.