Ay Yüzlü, Kara Gözlü
YYaşar Kandemir hocamızın 1992 Temmuz ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 077 Sayfa: 024)
Güzeller Güzeli efendimizin hayâli resmini çizmeye devam ediyoruz:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in mübarek vücudu pek güzeldi. Geniş omuzları hemen dikkati çekerdi. İpek teni, hafif bir pembelikle karışık beyaz bir renkte olup ne soluktu, ne de esmerdi.
Gül kokusu
Bu güzel vücudun öyle nefis bir râyihası vardı ki, gülleri hatırlatan o güzelim kokuyu bir defa duyanlar bir daha unutamazlardı.
Ashâb-ı kirâmdan Câbir İbni Semüre‘nin çocukluk günlerinde Peygamber efendimizle ilgili pekçok hâtırası vardır. Söylediğine göre birgün Câbir Resûl-i Ekrem ile birlikte öğle namazını kıldı. Sonra Efendimizin peşine takıldı. Bu sırada karşısına çocuklar çıktı. Nebiy-yi muhterem (s.a) herbirinin yanağını ayrı ayrı okşadı. Sıra Câbir’e gelince onun da yanağını okşadı. Câbir diyor ki:
– O zaman mübarek elinde nefis bir koku hissettim. Sanki elini güzel koku sepetinden henüz çıkarmış gibiydi.
Enes İbni Mâlik dokuz yaşından on dokuz yaşına kadar O’na hizmet etme şerefine ermişti. Her zaman yakınında bulundu. Bu sebeple Fahr-i Cihan’ın sayısız iltifat, takdir ve okşamalarına mazhar oldu. Enes der ki:
Ben hayatımda Resûlullah’dan daha güzel kokan ne bir anber ne bir misk, ne de bir başka şey kokladım. Onun teninden daha yumuşak bir ipeğe veya bir kumaşa dokunmadım.
İnci teri
Enes, Peygamberler Sultanı efendimizin mübarek terini inciye benzetirdi. Birgün Güzeller Güzeli’nin kendi evlerinde öğle uykusuna yatışıyla ilgili hatırası pek hoştur. Aziz okuyucularım bu olayı hatırlayacaklardır.
Enesler’in evi Medine’nin biraz uzağındaki Kuba semtindeydi. O gün öğleye kadar Kuba’da bulunan Nebiy-yi Zişân Efendimiz, öğle vakti Enesler’in evine misafir oldu. Hava çok sıcaktı. Hemen herkes gibi Resûl-i Ekrem de öğle uykusuna yatardı. O gün yatar yatmaz hemencecik uyuyuverdi. Mübarek yüzünde ter incileri belirmeye başladı.
Enes’in annesi Ümmü Süleym, tıpkı üvey babası yiğit Ebû Talha gibi, Resûlullah Efendimiz’in takdirini kazanmış bir hanımdı. Peygamber aleyhisselamın mübarek yüzünde tomurcuklanan gül kokulu incileri bir şişeye toplamaya başladı. Şişenin kadife tenine temas etmesi üzerine uyanan Resûl-i Ekrem ona ne yaptığını sordu. Ümmü Süleym de, rûha ferahlık veren güzel kokuların en mükemmelini ihtiva eden bu mübarek terleri toplayıp kullandığı kokuya katacağını söyledi. Resûl-i Ekrem onun bu davranışını yadırgamadıktan başka, kendisini tasvip ve takdir buyurdu.
Cenâb-ı Hakk’ın övüp de yarattığı bu mübarek vücud, daha çok sıcak havalarda ve bir de vahiy gelirken terlerdi.
Mübarek başı
Görenleri hayran bırakacak güzellikteki başı iriceydi. Bu güzel başı çoğu zaman beyaz, bazan da siyah bir sarık örterdi. Sarığın ucu iki omuzunun arasından aşağı doğru sarkardı. Mekke fethi günü de başına siyah bir sarık sarmıştı. Doğup büyüdüğü ve fakat yıllardır hasretini çektiği ana yurduna girdiği sırada mübarek başında bir miğfer vardı.
Ay yüzü
Mübarek yüzü, yüzlerin en güzeliydi. Öyle güzel ve öyle gönül okşayan bir hali vardı ki, onu ilk defa görenler tedirginlikten kurtulur, bir emniyet hissederlerdi.
Abdullah İbni Selâm tanınmış bir yahudi âlimi idi. Daha sonra İslâm ile şereflenecek ve Efendimizin takdirini kazanacak olan bu zat, Fahr-i Âlem efendimizle ilk karşılaştığında:
Yemin ederim ki, bu yüzün sahibi yalancı olamaz! demişti. Peygamber aleyhisselamın o ay yüzü, kendisini ilk görenler üzerinde işte böyle derin bir huzur ve güven duygusu bırakırdı.
Adamın biri ashâb-ı kirâmdan Berâ bin Âzib’e sordu:
-Rasûlullah’ın mübarek yüzü kılıç gibi pırıldar mıydı? Berâ cevap verdi:
-Hayır, ay gibi parlardı.
Aynı soruyu Cabir İbni Semüre’ye de sordular. O da:
-Nebiy-yi Ekrem’in yüzü ayla güneş gibiydi, yuvarlaktı, diye cevap verdi.
Hoca Râif Efendi ne güzel ifade etmiş:
0l Habîbin vech-i pâki ne güzel
Sevdi O’nu ol Hüdâ-yı lemyezel
Bu mübarek yüz, bir şeye sevindigi zaman bir ay parçası gibi parıldardı. Onun bu hâlini görenler sevinçli olduğunu hemen farkederdi.
O göz kamaştıran güzel yüzün parıltısını anlatmaya çalışan Hâkânî der ki:
Şöyle pür-nûr idi ol vech-i hasen
Ana bakılmaz idi şevkinden
Süleyman Çelebi o Eşsiz Güzelin aydan aydınlık yüzünden şöyle söz ediyor:
Ey güzelliği gün gibi parlayan, yüzü ayın on dördü gibi ışıldayan ve günah batağına saplanıp kalmışların elinden tutup çıkaran büyük Peygamber!…
Ey cemâli gün, yüzü bedr-i münin
Ey kamû düşmüşlere sen destgîr
Efendimizin yüzünü ilk defa görenleri, aynı zamanda derin bir heyecan kaplardı. Sonra yavaş yavaş ona ısınırlar ve gözterini o eşsiz sîmâdan ayırmak istemezlerdi.
Sevgili Hayreddin Karaman ağabeyim, daha önce tamamını sunduğum “Şemail” adlı o duygu yüklü güzel şiirinde bu hali pek güzel tavsif eder:
Seni ilk görenler korku çekermiş
Sonra ülfet eder hemen severmiş
Benzerini aslâ görmedim dermiş
Erenler, yolundan giderek ermiş
Benzeri bulunmaz yüzünü göster
Gönüller nûrunla yıkanmak ister.
Al yanaklı
O Gülyüzlü güzelin âşıkları, mübarek sîmâsına duydukları hasreti, yanak anlamına gelen ârız veizâr ifadeleriyle de dile getirmişlerdir. Kâinâtın Efendisi’ne besledigi derin aşk ve özlemi, asırlardır bir benzeri daha yazılamayan “su kasidesi”yle anlatmaya çalışan büyük şair Fuzûlî diyor ki:
Ya Resûlallah! Senin yanağını düşünüp özleyerek kirpiklerim ıslansa ne çıkar? Zira gül yetiştirmek arzusuyla dikene verilen su, boşa gitmiş sayılmaz.
Ârızın yâdıyla nemnâk olsa müjgânım nola
Zâyi olmaz gül temannâsıyla vermek hâre su
Şiirlerinde Belîğ mahlasını kullanan Kadı Mehmed Emin (Ö.1760) Peygamberler Sultanı efendimizin uzun sünbül saçlarının hiç solmayacağını, O’nun taze al yanağının bir cennet gülü olduğunu söyler:
Solmaz ebedî sünbül-i ferhâl-i Muhammed
Cennet gülüdür taze ruh-i âl-i Muhammed
O’nun mübarek yüzünü güle ve gül bahçesine benzeten sevdâlıları, sahâbîlerinin bakmaya kıyamadığı al yanağının gonca gibi, yâsemin gibi ruha ferahlık veren çiçeklere benzetmişlerdir.Neccarzâde Şeyh Rıza yâseminleri görünce O’nun yanağını, çimenlerin ortasında yükselen nazlı servi ağaçlarını görünce de endamlı boyunu hatırlıyor:
İzârın rûnümâdır yâsemende yâ Resûlallah
Hüveydâ kaametin serv ü çemende yâ Resûlallah
Âhû gözlü
Mübarek kara gözlerinin beyazı hafif kırmızıya çalardı.
Kimselerin görmediği âlemleri gören o âhû gözlere, gece yatmadan önce ismid denen hafif kırmızı renkli bir taş ile sürme çekerdi. Sürmenin gözü güçlendirdiğini, kirpiklere faydalı olduğunu söylerdi.
Mustafa Fehmi Gerçeker o kara gözleri şöyle vasfediyor:
Bir hârikasıydı feyz-i Hakk’ın
En hoş kara gözlüsüydü halkın
…
Pürnûr iki gözki misli nâbûd
Az kırmızılık akında meşhûd
Lâkin karası karaydı gayet
Bir nûr-i siyehki sırr-ı kudret
…
Görmüştü neler neler bu gözler
Söylense de az gelir bu sözler
Hayreddin Karaman’ın o canım gözleri hayal ettiren nefis mısralarıyla sohbetimizi noktalayalım:
Simsiyah gözlerin âhû misâlin
Dâim Hakk’a bakar her an visâlin
Beyazı ölçüşü gözde kemâlin
Kaşların sûreti gökte hilâlin
Râzıyım rüyâda yüzünü göster
Âşık mâşûkuna can vermek ister.