Allah’tan İste
YYaşar Kandemir hocamızın 1998 Ekim ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 152 Sayfa: 024)
Bir babanın yavrusuna hayatı ve başarının yolunu öğrettiği gibi Resûl-i Ekrem Efendimiz de bize dünyada yaşamanın, hem dünya hem de âhirette mutlu ve başarılı olmanın yolunu öğretmiştir. Ona göre işin başı iyi kul, iyi mü’min olmak, olaylar karşısında nasıl davranacağını, bir müşkülle karşılaşınca kime el açacağını, kimden yardım dileyeceğini bilmektir. Bir defasında sevgili yeğeni Abdullah İbni Abbas’a bu konuda öğüt verirken:
“Bir şey istediğin vakit Allah’tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah’tan dile!”buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 307).
Demek ki önüne varıp “Bana da ver!” diye el açacağımız tek kapı Mevlâmız’ın kapısıdır. O bize sayısız nimetler vermekle beraber her zaman lutfunu dilememizi tavsiye buyurmuş [Nisâ sûresi (4), 32] ve dilek kapısının her an açık olduğunu haber vermiştir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’tan lutfunu niyaz etmek konusundaki âyet-i kerîmeyi tefsir ederken bize bir sır vermiş ve “Size bahşetmesini Allah’tan dileyiniz. Çünkü Allah kendisinden bir şey dilenmesinden hoşnut olur” buyurmuştur (Tirmizî, Daavât 115). Mademki hal böyledir, öyleyse kul Allah’a el açarken ‘Acaba istediklerimi verir mi?’ diye tereddüt etmemelidir veya ‘Acaba olur olmaz zamanda bir şeyler isteyerek Cenâb-ı Hakk’ı rahatsız eder miyim?’ diye çekingen davranmamalıdır. Yüce Rabbimiz kendisine el açılmasından hoşnut olduğuna göre bu fırsatı ganimet bilip her zaman O’na ihtiyacımızı arzetmeli, lutfuna muhtaç olduğumuzu belirtmeli ve kesinlikle O’na karşı bir istiğnâ havasına girmemelidir. Resûlullah Efendimiz bize Rabbimizi tanıtırken çok önemli bir hususa daha işaret ederek Allah Teâlâ’nın “kendisinden bir şey istemeyen kimseye gazap buyurduğunu” haber vermiştir (Tirmizî, Daavât 2; İbni Mâce, Dua 1).
Allah’tan her şeyi istemeyi doğru bulmayanlar O’nu bir tür insan gibi düşünmüş ve Allah ile kendi aralarına bir nevi resmiyet koymuş olurlar ki, bu tavır son derece yanlıştır. İyi bir mü’min dini şahsî anlayışına göre yorumlamaz; sadece aklının buna yetmeyeceğini bilir. Bu sebeple dini yine Allah’tan ve Resûlullah’tan öğrenir. Bu iki kaynaktan öğrendiğimize göre insan Allah’ı her an gönlünde taşımalı, O’ndan kopmamalı ve O’nunla kendi arasına mesafe koymamalıdır. Külfet gelince ülfet gider diye bir söz vardır. Ülfeti kaybetmemek için külfeti yani mesafeli tavrı aradan kaldırmalıdır. Peygamber aleyhisselâm bize, kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar her ihtiyacımızı Allah’tan dilememizi tavsiye buyurmuştur.
Kuldan İsteme!
Bize hayatın kurallarını öğreten Resûl-i Ekrem her şeyi Allah’tan istemeyi, mecbur kalmadıkça insanlardan bir şey istememeyi öğretti. Bir gün bazı sahâbîleriyle oturuyordu. Onlardan kısa bir süre önce biat almıştı, ama o gün bu biata yeni bir madde eklemek istedi. Sevgili arkadaşlarına dönerek:
– Allah’ın elçisine biat etmeyecek misiniz? diye sordu. Onlar da:
– Ey Allah’ın Resûlü biz sana biat ettik ya! dediler. Resûlullah biraz sonra aynı soruyu tekrar sorunca, yeniden biat etmek üzere hemen ellerini uzatıverdiler. Nebiyy-i Muhterem bu sahâbîlere Allah’a itaat etmek ve namaz kılmak gibi birkaç tavsiyeden sonra “Kimseden bir şey istememek üzere biat etmelerini” istedi. Onlar da Resûlullah’a bu şartla biat ettiler ve verdikleri söze öylesine bağlı kaldılar ki, görenlerin anlattığına göre, binitleri üzerindeyken kamçıları yere düşse onu kimseden istemez, yere inip kendileri alırdı (Müslim, Zekât 108).
İnsanlardan bir şey istemek bir nevi yüz suyu dökmek, onlar yanında bir tür değer ve sevgi kaybına uğramaktır. Peygamber Efendimiz levha yapılıp her gün okunması gereken hadislerinden birinde bu duruma şöyle işaret buyurmuştur:
“Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir ki, Allah seni sevsin; halkın elinde olandan yüz çevir ki, insanlar seni sevsin” (İbni Mâce, Zühd 1).
Demek oluyor ki, insanlar kendilerinden bir şey isteyenleri fazla sevmez, onlara değer vermezler. İşte bu sebeple büyük zâhid Ahmed İbni Hanbel hazretleri Cenâb-ı Mevlâ’ya ?Allahım! Yüzümü senden başkasına secde etmekten koruduğun gibi, beni senden başkasına arz-ı hâl etmekten de koru!’ diye dua edermiş. Burada kul ile Allah arasındaki o muazzam fark açıkça görülmektedir. Allah, bizim her şeyi kendisinden istememizi arzu ediyor, üstelik bundan hoşnut oluyor. Kul ise, kendinden bir şey istenmesini arzu etmediği gibi isteyene de sıcak bakmıyor. Bunun en önemli sebebi şudur: Allah, her isteyene muradını vermenin hazinesinden bir şey eksiltmeyeceğini biliyor, kul ise verirsem servetim azalır diye korkuyor. Şu halde biz, malın ve servetin vermekle tükeneceğini zanneden kuldan değil, vermenin hazinesinden bir şey eksiltmeyeceğinden emin olan Allah’tan istemeliyiz. Her şeyin sahibi Allah bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurmaktadır:
“Kullarım! Gelmişiniz, geleceğiniz, insanınız, cinleriniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsanız, ben de her birinize istediğinizi ayrı ayrı versem, bu benim mülkümden iğne denize girdiğinde denizden ne eksiltirse işte ondan fazla bir şey eksiltmez” (Müslim, Birr 55).
Birinden bir şey isteyeceğimiz zaman kapısına gitmemiz, kapısında adamları varsa, onları geçip huzuruna girmemiz gerekir. Bu da yetmez; dileğimizin gerçekleşmesi o zâtın keyfine, anlayışına ve insafına kalır. Görüldüğü üzere bu yol hem engebeli hem de garantisi olmayan bir yoldur. Böyle güvencesiz bir kapıya yüz sürmektense, kendisine dua ettiğimizde duamızı kabul edeceğini söyleyen, dua eden kullarının isteklerine her zaman karşılık vereceğini vaad eden (Gâfir sûresi 40/60; Bakara sûresi 2/186) ve önünde bekçileri bulunmayan kapıya başvurmalıyız. Önümüzde ardına kadar açık bir kapı varken, onu bırakıp yüzümüze kapanması muhtemel olan kapıları çalmanın elbette bir mânası yoktur.
Allah’ın Yardımı
Şimdi de hadisimizin ikinci yarısına, yardımın başkasından değil sadece Allah’tan isteneceği konusuna geçelim.
Günde en az kırk defa okuduğumuz Fâtiha suresi’ndeki “Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz” âyeti Efendimiz’in bu tavsiyesinin esasını teşkil etmekte ve yardımın kuldan değil, sadece ve sadece Allah’tan isteneceğini göstermektedir. Peygamber-i Zîşân Efendimiz de konuşmalarına “elhamdülillâh” diye başlar, hemen ardından “Biz Allah’dan yardım dileriz (neste’înühu)” derdi (Müslim, Cum?a 46). Her işte Allah’tan yardım dilenmesi gerektiğini belirtirdi.
Bir gün Muâz İbni Cebel radıyallahu anh’in elinden tuttu ve ona: “Muâz! Vallahi seni gerçekten seviyorum” dedikten sonra her namazın ardından mutlaka: Allâhümme ainnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetik (Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana lâyık ibadet etmek için bana yardım eyle!)” diye dua etmeni tavsiye ediyorum” buyurdu (Ebû Dâvûd, Vitir 26) ve onun şahsında bize zikir, şükür ve ibadet gibi üç önemli vazifenin ifası için de Allah’tan yardım dilemek gerektiğini öğretti.
İnsanoğlu Allah’ın emirlerini yapabilmek, yasaklarından kaçabilmek, başına gelen sıkıntılara katlanabilmek için yine O’nun yardımına muhtaçtır. Dünya kurulalı beri böyle olmuştur. Bütün peygamber sıkıntıya uğrayınca Allah’tan yardım dilemişler, zâlimlerin zulmüne uğrayan ümmetlerine Allah’a sığınıp O’ndan yardım dilemelerini tavsiye etmişlerdir. Sevgili Yûsuf’unun kanlı gömleği önüne konup onu kurdun yediği söylendiği zaman Ya?kûb aleyhisselâm bu dayanılmaz olay karşısında güzelce sabretmesi gerektiğini söylemiş, sonra da “Bu anlattığınız karşısında bana yardım edip dayanma gücü verecek ancak Allah’tır” demişti (Yûsuf sûresi 12/18). Mûsâ aleyhisselâm da Firavun’un zulmü altında inleyen halkına “Allah’tan yardım dileyin ve sabırlı olun” tavsiyesinde bulunmuştu (A’râf sûresi 7/128).
Dünya yine o dünya. Zulmüyle, sıkıntısıyla, acısıyla, kederiyle hep aynı dünya. Öyleyse biz de Allah’ın, Resûlullah’ın ve diğer peygamber efendilerimizin tavsiyesine uyarak Allah’tan yardım dileyip sabredelim. Ve İbrâhim Hakkı hazretlerinin diliyle şöyle diyelim:
Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Ârif anı seyreyler
Görelim Mevlâ neyler
Neylerse güzel eyler