Allah’ın Resulü’ne Sığınırım
YYaşar Kandemir hocamızın 1994 Şubat ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 096 Sayfa: 024)
Âlemlerin Rabbine sayısız şükürler olsun ki, insanı peygamberlik mertebesine yükseltirken onun insanî özelliklerini değiştirmemiştir. Bu sayede insanlar, peygamberleri kendilerine örnek alma imkanına sahip olmuşlardır. Öte yandan mü’minlerin anneleri olan Peygamber hanımları için de durum böyledir. Onlar Peygamber aleyhisselamın mahremi olmakla beraber, meziyetleri ve kusurlarıyla tıpkı diğer insanlar gibi davranmışlar, mü’minler de bu davranışlardan kendilerine dersler çıkarmışlardır. Bizler de Peygamber Efendimiz’in evinde nasıl yaşadığını, nasıl ibadet ettiğini, hanım sahabilerin kadınlara özel sorularına nasıl cevap verdiğini, kendi hanımlarıyla nasıl ilgilendiğini, onların birbirleri ile olan anlaşmazlıklarını nasıl hallettiğini hep bu sayede öğrenmişizdir.
Peygamber Efendimiz’in en genç esinin Hz. Âişe olduğunu biliyoruz. Gençliği ve tecrübesizliği sebebiyle ailevi problemleri daha fazla yaşaması ve bunları hiç saklamadan anlatması mü’minlere rahmet olmuştur. Diğer annelerimizin hepsinin rivayet ettiği hadislerin toplamı altı yüz kadar olduğu halde, Hz. Âişe radıyallahu anha’nın tek basma rivayet ettiği hadislerin sayışı iki bin‘den fazladır. Bundan dolayı Âişe annemize şükran borçluyuz. Bu sohbetimizde onun bize çok şeyler kazandıran bazı kıskançlıklarından söz edeceğiz.
Bakî Mezarlığında
Mü’minlerin anneleri tıpkı diğer hanımlar gibi, o emsali bulunmaz hayat arkadaşlarını zaman zaman birbirlerinden kıskanmışlardır. Belki bazı kimseler, günümüzdeki moda fikirlerin tesiriyle kıskançlığın çok kötü bir huy olduğunu düşünebilirler. Aslında aşırıya kaçmamak şartıyla kıskançlık tabii ve insanî bir duygudur. Nitekim ensâr-ı kiramın yani Medineli müslümanların ileri gelenlerinden Sa’d İbni Ubâde, bir gün Peygamber Efendimizle sohbet ederken:
– Karımla beraber bir erkek görürsem, hiç aman vermeden onu kılıcımın keskin ağzıyla vurur tepelerim, demişti.
Bunun üzerine Resulü Ekrem Efendimiz orada bulunan ashâb-ı kirâma şunları söyledi:
– “Sa’d’ın bu kıskançlığına şaşıyor musunuz? emin olunuz ki, ben ondan daha kıskancım. Allah da şüphe yok benden fazla kıskançtır”(Buharî, Nikah 107).
Allah Teâlâ’nın kıskançlığı konusunu bizim gibi ashâb-ı kiram da merak etmiş olmalı ki, Peygamber Efendimiz bunu onlara açıkladı: kullarının günah işlemesini Cenab-ı Hakk’ın hiç mi hiç istemediğini, fuhşu ve zinayı da bundan dolayı yasakladığını söyledi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned,II, 326).
İşte bu sebeple hanımların kıskançlığını yadırgamamak, hikmet sahibi Yüce Mevla’nın, bu duyguyu onlara erkeklerden daha fazla verdiğini kabul etmek gerekir.
Hanımların bu özelliği sebebiyle olmalı ki, Hz. Âişe annemiz, Hadice annemizi çok kıskanırdı. Çünkü o Vefa Denizi Efendimiz, Hz. Hadice annemizi vefatından sonra hiç unutmadığı gibi sık sık ondan söz eder, koyun kestiği zaman onun hanım arkadaşlarına pay gönderirdi. Çoktan toprak olup gitmiş bir hanıma gösterilen bu eşsiz vefakarlık Hz. Âişe’yi bazan üzer, hatta sinirlendirirdi:
– Sanki yeryüzünde hiç kadın yok da yalnız Hadice var, diye söylenirdi. Hatta bir gün bu konuda çok ileri gitti: “İhtiyarlıktan dolayı ağzında diş kalmamış yaşlı bir koca karının nesini anarsın bilmem ki, Allah onun yerine sana daha gencini, daha hayırlısını vermiştir” dedi.
Peygamberler Sultanı sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Hadice’yi hiç unutmadığını, unutmayacağını ve onun yerini kimsenin dolduramayacağını şöyle dile getirdi:
– “Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. Herkes benim peygamberliğimi inkar ederken o bana imân etti. Herkes benim yalancı olduğumu iddia ederken o beni tasdik etti. Kimse bana bi şey vermezken o malını mülkünü benim emrime verdi. Üstelik Allah Teâlâ bana ondan çocuklar nasib etti”(Müsned, VI, 117118).
Vefakârlığın coşkun kaynak suları gibi büngüldediği bu sözlerde bize ne güzel dersler vardır. Demek ki iyi bir hanım, kocasının haklı olduğu hususlarda maddi ve mânevî varlığıyla onu destekler. Ona arka çıkar, güç ve cesaret verir. İyi bir koca da, hem sağlığında hem vefatından sonra karısının iyiliğini unutmaz. Onu her fırsatta anar, onun hayatta olan arkadaşlarına değer verir, sevgili eşinin hatırasını canlı tular.
Hz. Âişe annemizin bize anlattığı bir kıskançlık olayı da şudur. Bir gece Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, yatsı namazını kıldırdıktan sonra Hz. Âişe’nin odasına girdi. Yatağa uzanıp yattı. Bir müddet sonra Hz. Âişe’nin uyuduğunu zannederek yavaşça kalktı. Cübbesini giydi. Ses çıkarmamaya dikkat ederek ayakkabılarını aldı. Kapıyı sessizce açtı. Dışarı çıktıktan sonra yine aynı dikkatle kapıyı kapadı.
Peygamber Efendimiz sevgili eşini rahatsız etmemek için gayret gösterirken, o gözünün ucuyla Resûl-i Ekrem Efendimiz hazretlerini takip ediyor, öteki hanımlarından birinin yanına gittiğini düşünerek kıskançlık ateşiyle kavruluyordu. Daha fazla dayanamadı, yerinden kalktı. Entarisini başına geçirip baş örtüsünü aldı. Çarşafına büründüğü gibi Hz. Peygamber’in peşine takıldı. Bakî Mezarlığı’na kadar onu takip etti. Resûlullah Efendimiz’in orada üç defa ellerini kaldırarak dua ettiğini görünce, aklına gelen düşünceden dolayı utandı. Hz. Peygamber geri dönünce, o da dönüp çabucak eve geldi, kendini yatağa atıp uyuyormuş gibi yaptı. Onun hızlı hızlı nefes alıp verdiğini gören Resûl-i Zişân Efendimiz şüphelendi. Neden böyle nefes aldığını sorunca, Hz. Âişe, bir şey yok diye geçiştirmek istedi. Fakat Peygamberler Sultanı:
– “Ya söylersin, yahut her şeyden haberdâr olan Allah bana bildirir” deyince, olup biteni itiraf etmek zorunda kaldı. O zaman Peygamber aleyhisselam’ “Yaaa, önümde gördüğüm karaltı sen miydin?” diye sordu. Hz. Âişe mahcup bir sesle:
-Evet, bendim dedi.
İşte o zaman Kainatın Efendisi Hz. Âişe’yi göğsünden iterek:
– “Allah ve Resûlü’nün seni aldatacağını mı sandın?” buyurdu. Sonra da Cebrâil aleyhisselam’ ın isteği üzerine yatağından kalkıp kabristana gittiğini anlattı.
Hz. Âişe annemizin bu kıskançlığına çok şey borçluyuz. Zira Kainatın Güneşi Efendimiz’in sırlarla dolu hayatından eşsiz bir sahneyi o sayede görebildik. Varlığıyla kainatın şeref duyduğu o büyük insanın, bir yastığa baş koyduğu eşinin rahatını kaçırmamak ve uykusunu bölmemek için böylesine titizlik gösterdiğini, hayat arkadaşının dinlenme hakkına saygılı davrandığını müşâhede ettik. Bir müslümanın ibadet etmek için bile olsa yatağından kalkarken eşine haksızlık etmemesi gerektiğini bu sayede öğrenebildik.
Kırılan Tabak
Peygamber Efendimiz eşleri arasında adâletli davranırdı. Halbuki Ahzâb süresinin 51. ayeti, sadece ona mahsus olmak üzere, eşlerinden dilediğinin yanında kalma serbestliği getirmişti. Fakat o böyle birşey yapacağı zaman bile, yanında kalacağı eşinden izin isteyerek onun gönlünü alırdı. Zira eşlerinin mutlu olmalarına, kendisine gücenmemelerine pek önem verirdi.
Yine bir gece Kainatın Efendisi Hz. Âişe’nin odasında kalacaktı. Safiye validemiz Peygamber Efendimize bir kap yemek gönderdi.
Hz. Âişe hizmetçinin elinde yemek tabağını görünce kıskançlık duygusunun tesiriyle birden öfkelendi. Hizmetçinin eline vurarak yemeği yere döktü. Tabak da tuzla buz oldu. O anda başını kaldırıp da Peygamber Efendinizin ay yüzüne bakınca, orada öfke bulutlarının kabarmakta olduğunu, kömür gözlerinde şimşeklerin yalabıdığını gördü. Yaptığına bin pişman oldu. Heyecandan titreyen bir sesle:
– Bugün bana fena bir söz söylemesinden Allah’ın Resülü’ne sığınırım, dedi.
Kainatın Efendisi hiçbir şey söylemeden yerinden kalktı. Tabağın kırıklarını ve yere dökülen yemekleri toplamaya başladı.
Hz. Âişe tekrar boyun büktü. Yaptığı hatayı nasıl bağışlatabileceğini sordu. O zaman Peygamberler Sultanı, bir köşede heyecan ve üzüntüyle beklemekte olan hizmetçiye kırdığı tabağın aynını vererek göndermesini söyledi.
Efendimiz’in şu can sıkıcı olay karşısındaki zarif ve nâzik tavrına bakınız. Eşine niçin böyle yaptığını bağıra çağıra sormuyor. Haksız yere tabak kıranın gönlünü kırmak caizdi,diye düşünmüyor. Bu kıskançlık gösterisini beğenmediğini yüz hatlarıyla ifade etmekle yetiniyor. Hatta kırılan tabak parçalarını toplamak suretiyle bu kıskanç davranışı sessizce protesto ediyor.
Ya Âişe annemiz? Bir an için hâkim olamadığı kıskançlık duygusu sebebiyle yaptığı hatayı sürdürmüyor. Bir köşeye çekilip somurtmuyor. Peygamberler Sultanı’nın mübarek yüzünde dalgalanan öfke şimşekleri onu hemen kendine getiriyor. Allah’ın sevgilisini mânâsız bir duygu uğruna üzmenin ne büyük yanlış olduğunu anladığı için “Bugün bana fena bir söz söylemesinden Allah’ın Resülü’ne sığınırım” diyerek pek zarif bir şekilde özür diliyor. Bununla da kalmıyor. Yaptığı haksızlığı bağışlatmanın yolunu sorup öğreniyor ve hemen gerekeni yapıyor.
Kur’ânı Kerim’de buyurulduğu gibi, Allah’ın Resûlü’nün davranışlarında bizim için bitip tükenmeyen örnekler vardır. Onun aile hayatını bilen, iyi geçim konusundaki hallerinden dersler ve ibretler alan kimseler, dünyada mutlu yaşadıkları gibi âhiret saâdetlerini kolayca elde ederler.