Allah’ı Böyle Sevmeli
YYaşar Kandemir hocamızın 1998 Aralık ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 154 Sayfa: 024)
Hepimiz bir yarışın içindeyiz ve hayatı daha iyi değerlendirme çabasındayız. Hepimiz aklı başında laflar ederek “Vakit nakittir” diyoruz. “Bu hayat, bu fırsat bir daha ele geçmez” diyoruz. Koşmakta olduğumuz yönde bizi gayrete getiren bu sözlerin rüzgârıyla kollarımızı açıp ya dünyaya, ya Mevlâ’ya doğru koşuyoruz. Kimimiz o bir daha ele geçmeyecek ömrü kasamızı doldurmak, kimimiz âhiret azığı hazırlamak için harcıyoruz.
Şüphesiz bu koşu bir gün bitecek. Dizdeki derman tükenecek. Yolun sonu görünecek. İşte o gün, gönüllerini dünyaya açanların mı, yoksa Mevlâ’sına doğru uçanların mı kârlı çıktığı belli olacak.Dünya sevgisinin mi, Allah sevgisinin mi gerçek olduğu anlaşılacak.
Akıllı insan; Allah’a iman eden, O’na gönül veren ve O’nu her şeyden daha çok seven insandır [Bakara sûresi (2), 165]. Zira Allah, kendisini seven ve kendisi tarafından sevilen kullar istemektedir. Şayet biz onun istediği gibi olmazsak, bizi yok edip yerimize kendisinin sevdiği ve kendisini seven kullar getireceğini haber vermektedir [Mâide sûresi (5), 54]. Eğer Allah’ın bizi sevmesini ve günahlarımızı bağışlamasını istiyorsak”, O’nun Resûlü’nü sevip itaat etmemiz yani onu kendimize örnek alıp buyruklarını tutmamız gerekmektedir [Âl-i İmrân sûresi (3), 31-32]. Daha açık bir söyleyişle Allah’ı sevmeyi ve O’nun tarafından sevilmeyi de Peygamber’inden öğrenmemiz icap etmektedir.
İbadet Coşkusu
Peygamber Efendimiz Allah’ı derin bir muhabbetle sevdiği için O’na büyük bir coşkuyla ibadet ederdi. Huzurunda saatlerce kıyâmda, rükûda ve secdede kalarak Allah’a kulluğunu ve O’na bağlılığını gösterirdi. Gönlü Rabbine derin bir sevgiyle bağlı olduğu için ibadet ederken ayaklarının şişmesi, vücudunun yorgun düşmesi onu namazdan alıkoymazdı. ?Allah benim günahlarımı bağışlayarak bana emsâlsiz bir lutufta bulunmuşsa, ben O’na gücümün üstünde bir gayretle teşekkürlerimi sunmalıyım’ diye düşünürdü. Namazı, Allah’a kulluğunu isbat etmenin en iyi şekli kabul eder, Allah ile uzun süre karşı karşıya olma imkânı sağladığı için bu üstün ibadeti “gözümün nuru” diye severdi. Hz. Âişe’nin belirttiğine göre, geceleyin kıldığı namazın bazı rek’atlerinde elli âyet okunacak kadar bir zaman başını kaldırmadan secde ederdi (Buhârî, Vitir 1, Teheccüd 3). Bu haldeyken Allah’a olan sevgi ve kulluğunu anlamlı cümlelerle dile getirir: “Allahım! Sadece sana secde ettim. Yalnız sana iman ettim. Sana teslim oldum. Benim yüzüm kendini yaratıp ona şekil veren, kulağını ve gözünü vâreden Rabbine secde etti.
Yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir” derdi (Müslim, Müsâfirîn 201). Geceleyin uzunca bir süre Allah’a ibadet eder, bu sırada bazan Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ sûreleri gibi en uzun sûreleri okur, sonra yorulan bedenini dinlendirmek için yatağa uzanır, ama sabah ezanını duyunca hemen kalkar, sabah namazının iki rek`at sünnetinin, dünya ve dünyadaki her şeyden daha hayırlı ve değerli olduğunu söyleyerek (Müslim, Müsâfirîn 96, 97) yeni bir ibadete heyecanla başlardı. Onun bu tavrı, namazı ne kadar önemsediğini, kulluğu ifade etmek ve Allah’ı sevdiğini göstermek için onu ne kadar lüzumlu gördüğünü ortaya koymaktadır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, peygamberlik görevini tamamlayıp da son hastalığına yakalandığı sırada “Yâ Rabbî! Refîk-i a?lâ” diyerek O en büyük sevgilinin yanını ve yakınını, ulvî refâkatini istemesi Allah’a duyduğu engin sevgi ve özlemin en güzel ifadesidir.
Habîbullah Efendimiz’in dilinden düşürmediği o zengin zikirler dünyası yani Cenâb-ı Hakk’ı en güzel ifadelerle durmadan anması, Mevlâ’sına olan hamdini, şükrünü, tesbihini, tehlilini son derece derin ve anlamlı sözlerle dile getirmesi bu sevginin ne kadar canlı olduğunu ortaya koymaktadır.
Ben Allah’ı seviyorum’ deyip orada kalmak, Allah’a olan sevgisini O’nun emrettiği ibadetlerle güçlendirmemek hazin bir aldanıştan, sıkıntıyı sevmeyen nefsin insanı düpedüz aldatmasından ibarettir.
Kuru bir laftan öteye geçmeyen sevginin hiçbir değeri yoktur. Zira sevgi, eserinin görünmesini ister. Bunun içindir ki bazı âşıklar, beşerî olan sevgilerini isbat etmek için hayatlarını fedâ etmekten çekinmemişlerdir. İlâhî sevginin isbatına gelince, Allah Teâlâ bunun ibadetle, kendisine itaatle, yapılması istenen şeyleri yapmakla, kaçınması istenen şeylerden uzak durmakla ortaya konacağını belirtmiştir. Ayakta dururken, otururken, uyumak için uzanırken Allah’ı anarak, O’nu zikrederek, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünerek kulluğumuzu gösterebileceğimizi haber vermiştir [Âl-i İmrân sûresi (3), 191]. Ne ticaretin ne de kazanma hırsının bizi Allah’ı anmaktan, O’na ibadet etmekten alıkoymaması gerektiğini bildirmiştir [Nûr sûresi (24), 37].
Resûlullah Efendimiz, o berrak sular gibi aydınlık hayatında, Allah’a giden yolda nasıl yürümek gerektiğini bize öğretmiştir. Âyet-i kerîmelerde genel hatlarıyla işaret edilen hususları hayata geçirmeyi bize göstermiş, yerken, içerken, yatarken, kalkarken, elbise ve ayakkabılarımızı giyerken ve çıkarırken, yolculuğa giderken ve dönerken, kısacası hayatın bütün safhalarında Allah’ı nasıl anacağımızı bize göstermiştir. Bir hadis kitabının dualar ve zikirler bölümünü açıp okuduğumuz zaman bunları bütün teferruatıyla öğrenebiliriz.
Sen Oldun
Resûl-i Ekrem’in sevgi okuluna kaydolarak onun gösterdiği proğramı izleyen gerçek âşıklar, insanı Allah’a götüren muhabbet bağına girmiş ve sevgi güllerini dermişlerdir. Sevgilerinden çiçeklenen tomurcukları bir daha solmamak üzere âbideleştirmişler, isteyenlerin koklaya koklaya gerçek sevgiliyi bulmaları için sevgi demetleri hazırlamışlardır. Şimdi size bu âşıklardan birinin, Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretlerinin enfes bir sevgi çiçeğini sunmak istiyorum. Ezelden ebede doğru uzayıp giden muhabbet yolunun işaret taşlarından biri olan bu âşık-ı sâdık, gönlündeki Allah sevgisini çağlayanların coşkusuyla dile getirmektedir. Sevgilisinin (dildârının) bir başkası değil, sadece Allah olmasını bir saâdet (devlet) saymakta, O’nun dostu ve yakını (enîs ve mûnisi), hasta gönlünün şifâsı (şifây-ı cân-ı bîmârı) olmasından duyduğu bahtiyarlığı dile getirmekte, her an onun gamını, tasasını çekmekten (gamhârı olmaktan) duyduğu mutluluğu anlatmaktadır. ?Allahım, sen benim koruyucum ve gözcüm (nigehdârım) olduktan, ne yapsam yanımda sen (refîk-i cümle etvârım) bulunduktan sonra kimseden korkum yok’ dedikten sonra şiirlerinde güzellerden bahsettiğini, ama bütün bu güzellerin Allah’tan başkası olmadığını da hatırlatmaktadır.
Sevgilisi Allah olduğu için sevincinden dünyaya sığmayan bu âşığın sevdâsına benzer bir aşkı, ikrâmı bol Rabbimin bizim gönlümüze de ihsân etmesini niyâz ediyor, sizi dilinizden düşmeyeceğini tahmin ettiğim nefis bir aşk çiçeğinin doyumsuz râyihasıyla başbaşa bırakıyorum:
Ne devlettir ki dildârım sen oldun
Enîs ü mûnis ü yârim sen oldun
Dil-i pür derdimin dermânı sensin
Şifây-ı cân-ı bîmârım sen oldun
Sürûrumdan sığışmam bu cihâna
Demâdem çünki gamhârım sen oldun
Bana hasmolsa âlem halkı gam yok
Ne korku çün nigehdârım sen oldun
Safâlar ger cefâlar bulsa cânım
Refîk-i cümle etvârım sen oldun
Sana dil vermişim ey cân-ı âlem
Ezelden çünkü dildârım sen oldun
Güzeller vasfın etsem dilde sensin
Murâdım, cümle muhtârım sen oldun
Desem ism-i şerîfin yâ demezsem
Dilimde cümle güftârım sen oldun
Sana tâzim eder dillerde Hakkı
Der: inkârım yok, ikrârım sen oldun.