Acı Gerçekler
YYaşar Kandemir hocamızın 2000 Haziran ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 172 Sayfa: 024)
Önce ağzınıza bir parmak bal çalacağım. Güzel yüzlerinizde hoş bir tebessüm çiçeklenirken gönül burkan bazı acı gerçeklerden söz edeceğim. Bilirsiniz, acı hapları şekerle kaplarlar. O nefis balın doyumsuz tadı umarım hep damaklarımızda kalır, ondan doya doya tatmanın gayreti içinde oluruz.
Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz yüzyılların ötesinden bizleri hatırladı ve:
– “Kardeşlerimle karşılaşıp görüşmeyi çok istiyorum” buyurdu. Yanındaki sahâbîleri belki de içleri burkularak:
– “Yâ Resûlallah! Senin kardeşlerin biz değil miyiz?” diye sordular. İşte o zaman kâinatın biricik gülü, dünyanın hiçbir hazinesiyle ölçülemeyecek olan şu iltifatı ile bizleri ihya etti:
– “Hayır. Siz benim ashâbımsınız. Benim kardeşlerim, bana, beni görmeden iman edenlerdir” (Ahmed ibni Hanbel, Müsned, III, 155).
Bizler ona kendisini görmeden iman ettik, elhamdülillah. Bu sebeple de onun “kardeşlerim” dediği bahtiyarlardan olduk, inşallah. Peygamberler Sultanı’nın ümmetine duyduğu bu özlem ve bizim ona olan hasretimiz elbet bir gün bitecek, ırmak denize kavuşacaktır.
Yabancıların istilâsı
Geçen sohbetimizde Efendimiz aleyhisselâm’ın bazı icad ve keşiflerle ilgili haberlerinden, mucizelerinden bahsetmiş, bu sohbetimizde konuya bir başka açıdan bakacağımızı söylemiştik. Habîbullah Efendimiz’in geleceğe yönelik haberlerinden bir kısmı bizim müslümanlıkla bağdaşmayan bozuk hayat tarzımızla ilgilidir.
– Bu haberlerden biri şudur:
Bir gün Resûl-i Ekrem :
“Yabancı milletler malınızı elinizden almak için birbirleriyle anlaşacak ve aç insanların yemek tabağına saldırdıkları gibi pek yakında her yönden ülkenize saldıracaklar (ve her şeyinizi kolayca ele geçirecekler)” buyurdu. Sahâbîlerden biri:
– O gün nüfusumuz az olduğu için mi bize saldıracaklar? diye sordu. Peygamber aleyhisselâm şu cevabı verdi:
– Hayır. O gün sayınız çok olacak. Fakat siz selin önündeki çerçöp gibi zayıf ve güçsüz olacaksınız. Allah Teâlâ düşmanlarınızın kalbinden size karşı hissettikleri korkuyu giderecek. Sizin kalbinize de zaaf (vehen) koyacaktır.
Resûl-i Ekrem’in sözünü ettiği zaafın ne tür bir zaaf olduğunu öğrenmek isteyen bir sahabî:
– Yâ Resûlallah! O zaaf nedir? diye sordu. Allah’ın Resulü şu cevabı verdi:
– Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmamak (Ebû Dâvûd, Melâhim 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 278)
Efendimiz’in haber verdiği olay bugün aynen gerçekleşmiştir. Yabancıların ağızlarından salyalar akıtarak islâm ülkelerine iştahla saldırdıkları ve onları çeşitli metodlarla hem manen hem maddeten ele geçirdikleri malumdur.
Öte yandan dünya sevgisi gönlümüze hâkim oldu, ölüm korkusu ruhumuza sindi, âdeta dizimizin dermanı kesildi, kısacası bizde hayır kalmadı. Daha iyi yaşama, daha iyi yeme içme, daha iyi bir evde oturma, daha iyi bir arabaya sahip olma, daha iyi tatil yapma, daha iyi şu, daha iyi bu derken tam bir dünya adamı olup çıktık. Bu doyma bilmeyen arzular aklımızı başımızdan aldığı için durup düşünmeye, yahu ben ne yapıyorum, nereye gidiyorum diye kendimizi hesaba çekmeye fırsat bulamadık.
Ölümden hoşlanmama zaafı ise, dünya sevgisinin tabii bir sonucudur. Halbuki Peygamber Efendimiz bize “Zevkleri bıçak gibi kesen ölümü çok hatırlamayı” tavsiye etmişti (Tirmizî, Zühd 4); bu kaçınılmaz akıbeti ölüm gelip çatmadan benimsemeyi, ona alışmayı, kısacası ölüme ünsiyet peyda etmeyi lüzumlu görmüştü. Hatta Efendimiz bununla da yetinmemiş, bize ölümlerin en güzelini lâyık gördüğü için şehid olarak ölmeyi temenni etmemizi istemiş, o takdirde yatağımızda ölsek bile şehid sevabı kazanacağımızı bildirmiş (Müslim, imâre 156, 157), kendisi de Allah yolunda defalarca ölüp dirilmeyi arzu ettiğini söylemişti., (Buhârî, îmân 36, Cihâd 7). Ziraşehid olarak ölmeyi isleyen kişi müslümanca yaşamaya gayret edecek, gayr-i İslâmî olan her türlü fenalıkla mücadele edecek, hiçbir zaman uyuşukluğa düşmeyecekti.
– Ümmetinin ileride yabancıların, özellikle Batılıların hayat tarzını benimseyeceğini, onların yaptığı her türlü rezilliği, bunlar ne kadar çirkin, akıl ve mantık dışı da olsa, hiç düşünmeden taklid edeceğini haber veren Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu:
– “Önceki milletlerin yaşayışını benimseyerek onların gidişatına karış karış, arşın arşın uyacaksınız. Hatta onlar keler deliğine girse, siz de arkalarından gireceksiniz.”
Bunun üzerine sahâbîler:
– “Onlar hıristiyan ve yahudiler mi?” diye sordular. Peygamber aleyhisselâm:
– “Başka kim olacak?” buyurdu (Buhârî, İ’fisâm 14; Müslim, İlim 6).
Bu haber de aynen gerçekleşti. Bizi dört bir yandan kuşatan ecnebilerin dünyaya bakış tarzına hayran kaldık. Allah ve Peygamber’! bize dünyanın cazibesine kapılmamayı öğütlese bile, âhirete gözümüzü apayıp yabancıların ardına düştük. Onların izine basa basa yürüdük. Hep burada kalacakmışız gibi dünyaya bağlandık. Hal böyle olunca onların bizim ülkelerimizi bilfiil işgal etmesine hacet kalmadı. Onlar neye iyi dediyse, onu iyi kabul ettik. Sevdiklerini sevdik, yerdiklerini yerdik. Onların benimsemediği bir hayatı geri ve iptidâi saydık. Keler deliğine kendi isteğimizle girdik. Böylece, Resûl-i Ekrem’in haber verdiği gibi (Heysemi, Mecma’u’z-zevâid, VII, 261), eski milletlerin yaptığının aynını yapacak kabiliyette olduğumuzu göstermiş olduk.
Çeşit Çeşit Belâlar
– Resûlullah Efendimiz kıyamet kopmadan önce dini bilen âlimlerin kalmayacağını, bilgisizliğin artacağını, zina eden ve içki içenlerin çoğalacağını bildirmiştir (Buhârî, Nikâh 110). Müslümanların kör bir taklit ile izledikleri Batılılar (yahudi ve hristiyanlar) şayet eşleriyle sokakta ilişkiye girseler, onların da (herhalde çağdaşlık ve medeniyetin bir gereği kabul ederek) aynını yapacaklarını haber vermiştir (Hâkim, el-Müstedrek, IV, 455). Bugün Batı’ya özentinin ileri derecede olduğu yerlerde kadın ve erkeklerin sokakta nasıl dolaştıkları düşünülürse, yakın bir gelecekte o çukura da düşüleceğini anlamak zor değildir. Rabbim bizleri, ailemizi ve bütün müslümanları muhafaza buyursun.
Efendimiz’in içki konusunda verdiği tafsilattan birine göre müslümanlar içkiyi yani şarabı (hamrı) adını değiştirmek suretiyle içecekler, böylece haram kılınan içkiyi içmediklerini ileri süreceklerdir (Ebû Dâ-vûd, Eşribe 6; Nesâî, Eşribe 41). Bugün bayramlarda ziyaretçilerine likör ikram eden, içmek istemeyenlere onun içki sayılmayacağını söyleyen müslümanları sizler de görmüş veya duymuşsunuzdur. Bira, konyak, viski gibi adları değişik onlarca içkiyi helâl diye benimseyenler henüz ortada yok deniyorsa, er geç onlar da çoğalacaktır.
* Resûl-i Ekrem Efendimiz ümmetini bekleyen tehlikelerden birinin faiz belâsı olduğunu şöyle haber vermiştir:
“Öyle bir zaman gelecek ki, herkes faiz yiyecektir. Faiz yemese bile onun tozundan (buharından) payını alacaktır” (Ebû Dâvûd, Büyü’ 3; Nesâî, Büyü’ 2).
Günümüzde faiz denince akla bankalar gelmektedir. Bugün banka ile iş yapmayan kimse yok gibidir. Memurlar maaşlarını bankalar vasıtasıyla almak zorundadır. Bir kimse ben memur değilim, bankayla da bir işim yok, diyorsa, öyle sanıyorum ki, banka ile iş yapan bir ahbabı, bir müşterisi veya bir şekilde görüşüp çayını içtiği kimseler vardır. Bugün faizin tozundan, buharından kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
Bunca tatsız şeyden sonra ağzınızda o güzel balın tadı kaldı mı bilmiyorum. Hal ne olursa olsun biz o nefis balı hep tatmak, o tadı hiç unutmamak zorundayız. Ayakta durabilmek, müslüman kalabilmek, kötülüklerle savaşabilmek, kısacası müslümanca yaşayabilmek için o bala her zaman ihtiyacımız var.
Peygamberler Sultanı Efendimiz’in bize kardeşlerim demesi, ne kadar güçsüz de olsak kanımızı fıkır fıkır kaynatmaya, bizi yeniden ayağa kaldırmaya, kötülüklere tavır aldırmaya, “Ben müslümanım, Peygamberim gibi yaşayacağım” diye dünyaya meydan okumaya yetecek bir gücü ve kudreti ihtiva etmektedir. Haydi bismillah.