“Gelin Allah Diyelim…”
YYaşar Kandemir hocamızın 2005 Eylül ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 235 Sayfa: 028)
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir gün cennetten söz ederken şöyle buyurdu:
“Cennette mü’minlere, tıpkı nefes alıp vermeleri ilham edileceği gibi, Sübhânallah, elhamdülillah diye Allah’ı hamd ve tesbih etmeleri de ilham edilecektir” (Müslim, Cennet 18; Dârimî, Rikak 104; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 349, 384). Yüce Rabbimizi nefes alıp verir gibi zikretmek ne güzel şey değil mi? Belki de dünyada Mevlâmızın güzel adını yeterince zikretmediğimiz, nimetlerine lâyıkıyla şükretmediğimiz, Allah’ı zikretmenin en büyük zevk olduğunu fikretmediğimiz için âhirette Onu nefes alıp verir gibi zikredeceğiz. Ve belki de bize o zaman “Ey dünyada bu zevkten mahrum olanlar! Bakın bakalım Allah’ı zikretmek ne güzel şeymiş!” denecek.
En iyisi işi âhirete bırakmadan, sahip olduğumuz bunca nimeti düşünerek Yüce Rabbimizi hep hatırlamaya çalışmalı ve Onun güzel adını her fırsatta zikretmeliyiz.
En faziletli dört söz
Mü’minler cennette Cenâb-ı Hakk’ı neden başka türlü değil de, “sübhânallah, elhamdülillah” diye tesbih edecekler? Çünkü Efendimizin buyurduğuna göre “En faziletli söz dört tanedir. Bunlar “sübhânallah, elhamdülillah, lâ ilâhe illallah ve Allahü ekber” zikirleridir (Buhârî, Eymân 19, bab başlığı; İbn Mâce, Edeb 56; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 20). Mekânların en güzeli olan cennete yakışan da sözün en faziletlisidir.
Zikirlerin en değerlisi bunlar olmasaydı, Resûl-i Ekrem Efendimiz ciğerpâresi Hz. Fâtıma’ya onları tavsiye eder miydi? Olayı bilirsiniz: Her gün el değirmeninde arpa öğütmekten elleri kabaran Hz. Fâtıma, Seyyid-i kâinât olan babasından, ev işlerinde kendisine yardım edecek bir hizmetçi istemişti. Peygamber Efendimiz sevgili yavrusuna istediği hizmetçiyi vermek yerine, ona kendisi için hizmetçidem daha hayırlı olduğunu söylediği bir tavsiyede bulundu. Her gün yatağa yatınca otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillah, allahü ekber demesini tembih etti (Buhârî, Farzu’l-humüs 6, Nefekat 6; Müslim, Zikir 80).
Sevgili Efendimiz, fakir Müslümanlar kendisine gelip de “Zenginler bol bol hayır yaparak bütün sevapları aldı, götürdü; bize bir şey kalmadı” diye dert yandıkları zaman onlara da benzeri bir tavsiyede bulunmuş; her namazdan sonra bu zikirleri otuz üçer defa tekrar etmelerini söylemişti (Buhârî, Ezân 155, Daavât 18; Müslim, Mesâcid 142).
Hergün bin iyilik
Yine birgün Allah’ın sevgili elçisi ashâb-ı kirâm ile oturuyordu. Onlara bir zikir öğretmek istedi ve meraklarını uyandıracak bir ifadeyle: “Herhangi biriniz hergün bin iyilik kazanamaz mı?”diye sordu. İçlerinden biri, bu zor işin nasıl mümkün olacağını öğrenmek istedi. Efendimiz ona şöyle cevap verdi: “İnsan yüz defa sübhânallah der; -bir iyiliğe on misli ödül verileceğine göre- ona bin iyilik yazılır veya bin günahı bağışlanır” (Müslim, Zikir 37; Ahmed b. Hanbel,Müsned, I, 180, 185). En büyük nimetlerden biri, belki de birincisi olan nefes alıp vermeyi hiçbir emeğimiz olmadan bağışlayan Kâinâtın Rabbi, yüz defa sübhânallah demeye bu kadar çok sevap bağışlıyor. Allahım! Sen ne kadar lütufkârsın.
Bizim gibi zikre ayıracak vakti olmadığından yakınan biri, evinden çıkıp işine giderken bu zikri söylemeyi âdet edinse, beş dakikada yüz defa rahat rahat sübhânallah der. Hele Efendimiz aleyhisselâm’ın, buna bir kelime daha ekleyerek: “Bir kimse günde yüz defa sübhânallahi ve bi-hamdihî derse, onun günahları deniz köpüğü kadar bile olsa hepsi bağışlanır” (Müslim, Zikr 28) diye tavsiye buyurduğu tesbih de, yaralı ve karalı kalbimizi bir meltem gibi okşamaktadır.
Hele Sevgili Efendimizin “söylenmesi pek kolay, mizanda pek ağır çeken ve Rahmân olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle” diyerek söylememizi tavsiye buyurduğu şu zikir, âhenkle okurken âdeta ayaklarınızı yerden keser; sizi göklerin derinliklerine doğru uçurur: “Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm” (Buhârî, Da’avât 65, Eymân 19, Tevhîd 58; Müslim, Zikr 31).
Kendim için ne söylemeliyim?
Bedevîler ömür adamlardır. Peygamber Efendimiz’in huzuruna çıkınca, akıllarına gelen her şeyi son derece rahat bir edâ ile sorarlardı. Yine bir gün bir bedevî Fahr-i âlem Efendimiz’in yanına geldi ve:
“Bana söyleyeceğim bir zikir öğret” dedi.
Resûl-i Ekrem de ona şu zikri okumasını tavsiye etti:
“Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh,
Allâhü ekber kebîran ve’l-hamdü lillâhi kesîrâ
ve sübhânallâhi Rabbi’l-âlemîn,
velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-Azîzi’l-Hakîm.”
Bu zikrin mânası şudur:
“Tek olan Allah’tan başka ilâh ve O’nun bir eşi ve benzeri yoktur. Kudreti ve saltanatıyla Allah en büyüktür. Bitip tükenmeyen hamd O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ı yüceliğine yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Azîz ve Hakîm olan Allah’ın yardımıyla kazanılabilir.”
Bedevî pek hoş bir soru daha sordu:
“Bunlar Rabbim için söyleyeceğim dua ve zikirlerdir. Kendim için ne söylemeliyim?”
Resûl-i Ekrem de ona kendisi için Allah Teâlâ’dan bazı şeyleri şöyle istemesini tavsiye etti:
“Allâhümmağfir lî,
Verhamnî,
Vehdinî,
Verzuknî”
Bu duanın mânası da şudur:
“Allahım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır ve bana hayırlı rızık ver” (Müslim, Zikir 33-36).
Tesbihdeki derinlik
Peygamber Efendimizin bize öğrettiği dualar, Cenâb-ı Hakk’ın ona öğrettiği dualardır. Bu sebeple görülmez âlemlerin burcu burcu râyihasını getiren o duaların sonsuz bir derinliği, ruhları dirilten bir serinliği ve hesaba gelmez bir zenginliği vardır. Aksi halde Efendimizin bize haber verdiği“Sübhânallahi ve’l-hamdü lillâhi zikri yer ile göklerin arasını sevap ile doldurur”(Müslim, Tahâret 1; Tirmizî, Daavât 86) hadîs-i şerifindeki sırrı başka nasıl izah edebiliriz? Bu sebeple Fahr-i cihân Efendimizin tavsiye buyurduğu zikirleri aynen öğrenmeye ve onun okuduğu şekilde söylemeye çalışmalıyız.
Ashâb-ı kirâm Efendilerimiz de tesbihe yani sübhânallah diye Cenâb-ı Hakk’ı zikretmeye büyük önem verirdi. İbn Receb el-Hanbelî’nin (ö. 795/1393) kaydettiğine göre, Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ın bin düğümlü bir ipi vardı. “Sübhânallah sübhânallah” diye onu bir defa devretmeden uyumazdı (Câmi‘u’l-ulûm ve’l-hikem [nşr. Arnavût], Beyrut 1417, I, 446).
İnsan sübhânallah zikrini nasıl ihmal edebilir? Zira bizzat Yüce Rabbimiz’in haber verdiğine göre“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder” (Haşr 59/1; Cuma 62/1; Teğâbün 64/1). Sadece melekler değil; kuşlar, böcekler; ağaçlar, çiçekler; bizim cansız deyip geçtiğimiz nice varlıklar Cenâb-ı Mevlâ’yı durmadan zikir ve tesbih eder. Efendimiz aleyhisselâm’ın elindeki yemeğin, avucundaki çakıl taşlarının Allah’ı tesbih ettiğini ashâb-ı kirâm kulaklarıyla duymuşlardır (Buhârî, Menâkıb 25; İbn Ebû Âsım, es-Sünne (Elbânî), II, 528, nr. 1146).
Hal böyle olduğuna göre, sevgili kardeşlerim, bize sunulan bu büyük fırsatı kaçırmayalım. Mevlâmızı tesbih ederek O’nun rızâsını kazanmaya çalışalım.