İyi Seçim, İyi Geçim
YYaşar Kandemir hocamızın 2003 Eylül ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 211 Sayfa: 026)
Cenâb-ı Mevlâ bizi mutlu etmek istedi. Dünyamıza su ile can verdiği gibi gönlümüze de sevgiyle hayat verdi. Canevimize koyduğu muhabbet kuşunun cıvıltısıyla gönlümüzde sevgi çiçekleri açtı. Yüce Rabbimiz bu çiçeklerin gelişip boy atması, yeni goncalar vermesi için evlenmemizi emretti.
Sevgili Peygamberimiz de, dünyada “İki sevgiliyi birbirine bağlayan evlilik gibi hârika bir şey görülmemiştir” diyerek nikâhtaki kerâmete işaret etti (İbni Mâce, Nikâh 2; Elbânî,Silsiletü’l-ehâdîsi’s-sahîha, II, 196, nr.624).
Evliliğin güzelliği, iki sevgiliyi birbirine bağlamaktan ibaret değildi. Evlenmenin daha da güzel bir yanı vardı. Sevgili Peygamberimiz bunu da şöyle ifade etti:
“İnsan evlendiği zaman imanının yarısını mükemmelleştirir; geri kalan yarısını mükemmelleştirmek için de Allah’a karşı gelmekten sakınmalıdır” (Taberânî, el-Evsat, VII 322, VIII, 335; Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’s-sahîha, II, 199, nr. 625).
İyi Seçim İyi Geçim
Hem yüce Rabbimiz hem sevgili Peygamberimiz dinimizi, imanımızı mükemmelleştirmek için evlenmemizi tavsiye etmektedir. Öyleyse bizi tamamlayıp mükemmelleştirecek bir evlilik için ne yapmalıdır?
Mutlu bir yuva kurmak için birinci şart iyi seçim, ikinci şart da iyi geçimdir.
Erkeğe, mutlu olması için dindar kadınla evlenmesini emreden Efendimiz (Buhârî, Nikâh 16), kadına da dindar bir adam bulduğu zaman onunla evlenmesini tavsiye etmiştir (İbni Mâce, Talâk 7; Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’s-sahîha, VI, 493, nr. 2722).
Bu hadîs-i şerife göre, mutlu evliliğin temel şartı, eşlerin dindar olmasıdır. Her iki eş de dindar olduğu zaman, Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle, “erkek kadına, kadın da erkeğe elbise olur”; birbirini günahtan ve fenalıktan korur; birbirini sever, gönlünü ona vermeye gayret eder; eşine anlayış gösterir ve böylece her ikisi de bahtiyarlığı yakalamak için ellerinden geleni yapar.
Hz Ali evlenmeye karar verdiğinde, Peygamber Efendimiz’in huzuruna geldi ve ona kızı Fâtıma ile evlenmek istediğini söyledi. Allah’ın Resûlü bu evliliğin iyi bir şekilde yürüyebilmesi için sevgili yeğenine tek bir şart ileri sürdü: “Fâtıma ile iyi geçinmek şartıyla o senindir” buyurdu (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr, IV, 34; Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’s-sahîha, I, 317, nr. 166). Eşlerin, huzurlu bir evliliği yakalayabilmek için, iyi geçinmeye gayret etmelerinin ilk ve temel şart olduğu, böylece Peygamber diliyle tesbit edilmiş oldu.
Esasen Resûl-i Ekrem Efendimiz sadece damadına değil, bütün ümmetine eşleriyle iyi geçinmeyi tavsiye etti:
– “Hayırlınız, aile fertlerine hayırlı olandır. Ailesine en hayırlı olanınız benim” diyerek ailesiyle çok iyi geçindiğini ifade etti (Tirmizî, Menâkıb 63; İbni Mâce, Nikâh 50).
Huyu en iyi olanın en iyi mü’min, eşlerine karşı en hayırlı olanın da en hayırlı insan olduğunu söyledi (Tirmizî, Radâ` 11; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; İbni Mâce, Nikâh 50).
Her Müslümanı, eşine iyi davranmak suretiyle iyi mü’min ve hayırlı insan olmaya teşvik etti.
Peygamber Efendimiz, eşleri birbirine yaklaştıracak, birbiriyle kaynaştıracak her meşrû davranışı uygun görürdü, özellikle de birbiriyle şakalaşmalarını tavsiye ederdi. Çünkü kendisi de eşleriyle şakalaşır, hatta onların birbiriyle şakalaşmasından memnun olurdu.
Bir gün Hz. Âişe bulamaç pişirmiş, onu en yaşlı ortağı olan Sevde annemizin de tatmasını istemişti. Fakat Hz. Sevde bulamacı sevmezdi. Hz. Âişe onu:
– “Yemezsen bulamacı yüzüne bularım!” diye tehdit etti ve dediğini de yaptı. Gördüğü manzara karşısında kendini tutamayıp gülen sevgili Efendimiz, Sevde annemize:
– “Ne duruyorsun, sen de onun yüzüne sürsene!” dedi, o da denileni yaptı. Ortaya çıkan komik manzaraya hep birlikte gülüştüler.
Somurtmak, insanlarla kaynaşmamak, hayatın ağır yükünü bir kat daha ağırlaştırmak demektir. Kendini ömrün tabiî akışına bırakmamak hayatı çekilmez hale getirmektir. İnsan yeri gelince gülmeli, yeri gelince ağlamalıdır. Düğünde zurna, hamamda kurna beğenmeyeni kimse beğenmez. Etrafındakiler tarafından sevilmemenin ağırlığı ise dayanılacak gibi değildir.
Karşılıklı Anlayış
Kendisini ilk defa gören yabancıların heyecanlanıp titrediği sevgili Peygamberimiz, eşleriyle gayet senli benli olurdu; onlarla birlikte güler, güldürürdü.
Eşlerine Âişe, Hafsa, Zeynep diye adlarıyla hitap ederdi.
Onların sevdiği şeylere önem verir, hangi şeylerden hoşlanmadıklarına dikkat ederdi.
Kendisine dargın olup olmadıklarını gözden kaçırmazdı.
Bir gün Hz. Âişe’ye:
– “Benden memnun olduğun halleri, bana dargın olduğun durumları iyi bilirim”buyurmuştu. Bu söz Hz. Âişe’nin çok ilgisini çekti. Gücendiğini belli etmemeye çalıştığı halde Allah’ın Resûlü bunu nasıl fark ediyordu?
– “Bunu nerden biliyorsun, Yâ Resûlellah! ?” diye sordu. Efendimiz şöyle buyurdu:
– “Benden hoşnut olduğun zaman ‘Muhammed’in Rabbine yemin ederim’ dersin, bana gücenik olduğun zaman ise dedem Hz. İbrâhim’in adını anarak ‘İbrâhim’in Rabbine yemin ederim’ dersin” buyurdu. Durum aynen dediği gibiydi. Demekki Hz. Âişe’nin sezdirmemeye çalıştığı bu tutumu artık sır olmaktan çıkmıştı. O zaman hanım annemiz, Efendimizaleyhisselâm’a şöyle itirafta bulundu:
– “Evet, aynen buyurduğun gibi, Ey Allah’ın elçisi! Ama ben darıldığım zaman senin sadece adını söylemem, gönlümdeki sevgin hiç eksilmez” (Buhârî, Nikâh 109; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 80).
Peygamber Efendimiz, bütün Müslümanların kendisine el uzattığı, bir bakışına, tatlı bir sözüne, bir iltifatına can attığı yüce bir insandı. Herkes onun etrafında pervâneydi.
Allah’ın elçisini eşleri de paylaşamazdı. Her sabah evlerinde, ihtiyaçlarını öğrenmek üzere kendilerini ziyaret ettiğinde bile, yanlarında birkaç dakika daha kalması için ne yapacaklarını şaşırırlardı. Bu halin tabiî bir sonucu olarak da Hz. Peygamber’i birbirlerinden kıskandıkları, ona duydukları derin sevgi dolayısıyla, istemeden de olsa Peygamberler Sultanı’nı gücendirdikleri olurdu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, beğenmediği şekilde davransalar bile, eşlerini incitecek, gönüllerini kıracak bir söz söylemezdi. Memnun kalmadığını yüz hatlarıyla ifade etmekle yetinirdi.
Sadelikteki Güzellik
Peygamber Efendimiz’in gösterişten uzak, pek sâde bir aile hayatı vardı. Zaten onun hayatında yapmacık, hiçbir tavır yoktu. İnsanları en fazla etkileyen hali de, sahte parıltılardan uzak bu tabiî görünümüydü.
Sevgili Efendimiz eşlerinin de, kendisi gibi sade yaşamalarını arzu ederdi. İslâm hudutları genişleyip de Medine’ye dünya nimetleri akmaya, Müslümanlar da bundan faydalanmaya başladığı zaman, onlar da herkes gibi bu nimetlerden faydalanmak istediler.
İşte o zaman Peygamberimiz buna şiddetle karşı çıktı, eşlerine gücendi ve tam bir ay onlarla konuşmadı.
Sevgili annelerimiz o zaman hatalarını anladılar; yaptıklarına bin pişman oldular. Peygamber eşi olmanın saâdetini her şeyin üstünde tuttular; Allah’ın elçisinin sâde hayatını bütün gönülleriyle benimsediler. Onun, eline geçeni fakirlere dağıtmasına itiraz etmediler. Âhiret hayatını dünya hayatından üstün tuttukları için yemeye içmeye, giyinip kuşanmaya önem vermediler; asıl saâdetin âhiret saâdeti olduğunu hiç unutmadılar; Allah’ın Resûlü’yle birlikte kimi zaman tok, kimi zaman aç yattılar. Allah hepsinden râzı olsun.
Bize gelince; bizim yönümüz belli, yolumuz bellidir. Âhiretin sonsuz ve doyumsuz zevkleri yanında, keçiboynuzu kılıklı dünyanın değersiz ve önemsiz zevkleri bizi aldatmamalıdır. Şu iki günlük hayatta, hayırlı mü’min olmayı her şeyin üstünde tutmalı, Efendimiz’in bize emrettiği gibi, eşlerimizi memnun ve bahtiyar etmek için çaba harcamalıyız.