Güzellik Abidesi
YYaşar Kandemir hocamızın 1992 Ekim ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 080 Sayfa: 024)
Peygamberler Sultanı efendimizin eşsiz güzelliği, aşıklarının ilham kaynağı olmuştur. Bu sohbetimizi Resûl-i Kibriya’nın güzelliğini dile getiren engin duygular süsleyecek. Dünyanın o en güzel varlığının mah-cemalini doya doya seyreden sahabi efendilerimizden Bera İbni Azib:
– Ben dünyada Resûlullah’dan daha güzel bir varlık görmedim, diyor.
O güzellik abidesinden daha muhteşem bir varlık bulunmaması kadar tabii ne olabilir! Zira O Habîbullah’tır. Cenab-ı Hakk’ın sevgilisidir. Kainat O’nun hürmetine yaratılmıştır. Zira O, -bir peygamber aşığının dediği gibi- ilahî sevginin mahsulüdür. İşte bu sebeple varlıkların en güzeli olmak O’nun tabii hakkıdır.
Es’ad Efendi Hazretleri ne güzel söylemiştir: Biz yokluk aleminden onun eşsiz güzelliğini seyretmek için dünyaya geldik. Bu sebeple canın, Canan’ın ne olduğunu ta “kaalüü bela”da öğrendik:
Saha-i mülk-i ademden hüsnün için gelmişiz
Can nedir, Canan nedir, “kaalü bela”dan bilmişiz.
Uzun bir süre Edremit müftülüğü yapmış olan Dîvan-ı Gülzar sahibi nakşî şair Sadî Hafız Ahmed Efendi (ö.1882) Resûlullah (s.a) e şöyle sesleniyor:
Allah’ın sevgilisi sensin. Hudutsuz bir güzelliğe sahip olduğun için, aşıklar senin cemalinin deli divanesidir. Ey Allah’ın Sevgilisi! O sohbet meclisine bizi de kabul buyur. Böylece ay yüzünü seyredip kendinden geçen bahtiyarlardan olalım. Aydınlık yüzünü görmeye layık kıl ki, bu zavallı Sa’di kulun güzel yüzünün ışığı etrafında dolanıp duran bir pervane olsun:
Sen ki mahbüb-i Huda’sın yok nihayet hüsnüne
Oldu aşıklar anınçün hüsnünün dîvanesi.
Ya Habîballah! Cenabın bezmine irgür bizi
Ta olalım mah cemalin caminin mestanesi.
Hüsn-i vechin şem’ine şayeste kıl bu Sa’di’yi
Ta ki olsun pertev-i şem’-i cemal pervanesi.
Karslı Süleyman Sadî Efendi (ö. 1900) o emsalsiz güzelliği şöyle anlatmaya çalışır:
Ey yüzünün güzelliği kuşluk güneşinin aydınlığı gibi parlayan ve alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber! Ay ve güneş ışıklarını senin nürundan alır:
Tal’atından iktibas-ı nur eder ay ü güneş
Ey cemali Vedduha ya rahmeten lil-alemin
Neccarzade Şeyh Rıza’nın Zuhurat-ı Mekkiyye adlı Divan’ı Efendimizin eşsiz güzelliğini anlatmaya çalıştığı na’ti şeriflerle doludur. Bu na’tlerinden birinde diyor ki:
Ya Resûlallah! Senin eşsiz güzelliğinin parıltısı, hem dünyayı hem de ahireti süslemiştir. İki cihanda senden daha güzeli yoktur:
Dü alem nür-ı hüsnünle müzeyyen ya Resûlallah
İki alemde yoktur senden ahsen ya Resûlallah
Aynı eserin bir başka yerinde bu Peygamber aşığı, sevdiğine şöyle sesleniyor:
Ey Allah’ın Resulü! Sen güzel yüzlüler diyarında, benzeri bulunmayan tek güzelsin, inceliği ve zerafeti hiçbir güzelle kıyas edilemeyecek kadar mükemmelsin. Senin çeşitli vasıfların arasında soylu ve ümmî peygamber özellikleri de vardır. İnsanlara ezel ilmini öğreten hoca şüphesiz sensin:
Melahat kişverinde bî bedelsin ya Resûlallah
Letafette güzellerden güzelsin ya Resûlallah
Nebiy-yi zil-haseb ümmî lakab vasf-ı şerifindir
Muhakkak hace-i ilm-i ezelsin ya Resûlallah.
Resûl-i ekrem’in insanı deli divane eden o güzel yüzüne duyduğu hasreti, bir başka şiirinde gayet sade bir dille ifade ederek, O’nu rüyasında göremediği zaman gönlünün gamlanıp gözünün nemlendiğini söylüyor:
Huda şahit güzellerden güzelsin gayri nem vardır
Cemalin görmesem gönlümde gam, çeşmimde nem vardır.
Bu Beşiktaşlı aşığın Resûlullah efendimize ve O’nun güzel yüzüne duyduğu hasret, dinecek gibi değil. Diyor ki:
Ey benim gönül doktorum! Senden ayrı kalmanın ıstırabıyla, şu benim hasta gönlüm tıpkı Eyyub peygamber gibi dertlidir. Ya’kub aleyhisselam Mısır ülkesindeki güzel Yusuf’unun hasretiyle nasıl yanıp tutuşuyorsa, benim gönlüm de güzellikler ülkesinin eşsiz güzeline öylesine meftun. Güzelliğinin cazibesine tutulduğum sevgili, son derecede asîl olup Haşimî soyundan gelme bir KureyşIidir:
Derd-i hecrinle tabibim hasta dil Eyyub’dur
Aşk ile mısr-ı melahatta gönül Ya’küb’dur.
Cezbe-i dîdarına meftun u hayran olduğum
Haşimî-haşmet Kureyşî bir güzel mahbubdur.
Peygamberler Sultanı Efendimizin eşsiz güzelliğine temasla, onun mübarek ravzasına duyduğu hasreti dile getiren Yozgatlı Muhammed Said Fenni’nin şu duygu yüklü mısralarına kulak verelim:
Ya Resûlallah, diyor Fennî, Hz. Yusuf’un insanoğlunun en güzeli olduğu malumdur. Fakat cömertlerin cömerdi Mevlam seni ondan daha güzel yaratmıştır. Şayet senin o tertemiz mübarek kabrini dünya gözüyle görüp ziyaret etmeden ölecek olursam, toprak altında kemiklerim kıyame-te kadar ah ü figan eyler. Ben hadsiz hesapsız kusurlar işlemiş, yüzü kara, gönlü perişan, gözleri yaş dolu biriyim. Bu halimle kalkıp kapına geldim. Ne olur cömertliğini göster, bana da şefaat et!..
Hasendir gerçi ebna-yi beşerde Hazret-i Yusuf
Seni ahsen yaratmış Rabb-i Ekrem ya Resûlallah
Figaan eyler izamım ta be-mahşer ravza-i pakı
Ziyaret etmeden şayet ölürsem ya Resûlallah
Şefaat kıl, kerem kıl, pür kusurum kapma geldim
Siyeh rü, dil perişan dîde pür nem ya Resûlallah
Allah Sevgilisi’nin nur yüzü ve emsalsiz güzelliği, yüzyıllar boyu bu aşık ümmetin gönül Kabe’si olmuştur. Gece-gündüz O’nu düşünmüş, O’nu düşlemişlerdir. On beşinci asır aşıklarından Şeyh Muhyiddîn diyor ki:
Ey pırıl pırıl yanan ay yüzlü Mustafa! Güzel yüzünü göster de bir göreyim. Ey nurlar saçan güneş yüzlü Mustafa! Ne olur, mübarek yüzündeki örtüyü şöyle bir kaldırıver;
Göster cemalin göreyim
Ey mah-ı taban Mustafa
Ref et nikaab-ı rüyini
Şems-i dırahşan Mustafa
Gönülleri ayna gibi saf olan Peygamber aşıklarının rüyalarını, O’nun güller açan güzel yüzü her zaman süsler. Kemal basamaklarını hayli tırmanmış bu aşıklar arasında, Resûlullah efendimizle ilgili rüyaları birer risale, birer kitap hacminde olanlar vardır. Bu bahtiyar aşıklar, O’nun nur yüzünü göremedikleri zaman hüzünlenir, gönül aynalarını kaplayan sislerinin bu muvakkat ayrılığa yol açtığını düşünerek hayıflanır ve Osman Şems gibi sızlanmaya başlarlar:
Ya Resûlallah! Güneşi andıran mübarek yüzünü çoktan beridir göremedim. Senden ayrı kalmanın zifiri karanlığına gömüldüm.
Şeb-i firkatte kaldım, pertev-endaz olmadı bir dem
Cemalin afitabı çok zamandır ya Resûlallah.
Bağdatlı Ruhî’nin (ö. 1606) yüzyıllar boyu aşk semasında yankılanıp duran, Resuli Muhterem Efendimizin mübarek yüzünü görüp ayaklarına yüz sürme niyazı, bakınız ne kadar sade ve samimidir:
Görse cemalin gözüm
Payine sürsem yüzüm
Yok sana layık sözüm
Salli ve sellim aleyh
Bütün mesele O’na ve O’nu sevmeye layık olabilmektir. Getirdiği dini bütünüyle benimseyip hayatı ona göre şekillendirmek, O’nun ve ashabının yaşama biçimini örnek almak, kısacası O’nun bizden beklediği ümmet olmaya çalışmaktır. Yoksa şu kırık dökük halimizle O’nun mübarek yüzüne bakmaya nasıl cesaret edebiliriz.
Neccarzade adeta bizi temsilen diyor ki:
Güzelliğin doruk noktasında olan mübarek cemalini görmeye layık biri değilim. O Güneşin nüruna bakmaya ne gözümde kuvet, ne de vücudumda takat var. Ne olur yardım eyle, ya Resûlallah! Senin için gönül hastası olmuş bu kulunu sana kavuşmaktan mahrum etme! Hasret derdinin sarhoşluğu sebebiyle vücudumda hayır kalmadı; bir türlü kendime gelemedim:
Cemal-i ba-kemalin görmeye bende liyakat yok.
O şemsin nüruna çeşmimde kuvvet, tende takat yok.
Meded, dilhastanı dür eyleme sahbâ-yı vaslından
Humar-ı derd-i hasretle vücudumda ifakat yok.
Fahr-i cihan efendimizin bu kadar güzel bu kadar mükemmel oluşunun sırlarını yakalamaya çalışan İbnü’1-Emin Mamud Kemal İnal diyor ki:
Ey Hidayet Güneşi! Yüce Yaratıcı seni özenerek yarattığı için pek mükemmel bir vücuda sahipsin. Hak Teala seni mükemmelliğin biricik örneği olarak halk ettiği için, artık kıyamete kadar senin ne mübarek vücudunun, ne de müstesna ahlakinin bir benzeri yaratılamaz. Hakk’ı gösteren o eşsiz yüzün şayet aynanın karşısında dursa, dünyada asla bulunmayan benzerin belki o zaman aynaya akseder. Senin güzelliğinin parıltısı bütün dünyayı deli divane ettiği için, şu dünyada bulunan herşey zerreler halinde sana doğru sürüklenip gider. Güzellik güneşi olan Sen güzelliğini İlahî kaynaktan aldığın için, şu kainatta güzel olan her ne varsa güzelliğini senden alır.
Öyle ekmel halk olunmuşsun ki, ey mihr-i hüda
Halik-i a’zam senin halkında etmiş îtina
Ferd yaratmış, ferd bırakmış ta be-mahşer zatım
Suret ü sîrette mislin halk olunmaz bir daha
Etse mir’ata tekaabül Hak nüma vechin senin
Misl-i mevhumun olur belki o yüzden rü nüma
Lem’a-i hüsnün bütün dünyayı şeyda eylemiş
Zerre zerre incizab eyler bütün dünya sana.
Her güzel senden alır ahz-i füyüz-i hüsn ü an
Afitab-ı hüsn ü ansın matla’m vech-i Huda.